Quantcast
Channel: Kitap Esintisi
Viewing all 453 articles
Browse latest View live

30. ÜKG Blog Turu: Duvarların Dili Olsa | Alice Clayton

$
0
0

Turun konuğu Duvarların Dili Olsa, nam-ı diğer Wallbanger benim okurken çok eğlendiğim bir roman. Dolayısıyla ÜKG'nin en sevdiğim konuklarından biri.

14 .08. 2012 || Kitap Hayvanının Günlüğü - Yorum 
14. 08.2012 || Yorumbaz - Yorum  
15.08.2012 || Okuyanusun Sözleri - Alıntılar 
16 .08. 2012 || Kitab-ı Sevda - Ön okuma 
16.08.2012 || Kitap Esintisi - Yorum 
17. 08.2012 || Sevgili Kitap - Yorum 
17.08.2012 || Romancekolik - Yorum + Video








Bazen duvarlar o kadar incedir ki tutku aradan sızıverir.

"Ah, tanrım."
Tak.
"Ah, aaahhh."
Tak tak.
Neler oluy...
"Oh, aahh, çok iyi!"

Caroline, San Francisco'daki yeni dairesinde ilk uykusundan işte böyle uyandı. Çapkın komşusunun adeta küçük bir haremi vardı. Her gece başka bir kadınla, Caroline'ın yatak başındaki tabloyu kafasına düşürecek kadar hızla duvarları gümbürdetiyordu. Hatta Caroline'ın kedisi Clive bile bu seslere kayıtsız kalamamış, düz duvara tırmanmaya başlamıştı. Artık uyku haramdı. Kapı deliğinde nöbet tutmasına rağmen bu gizemli adamın neye benzediğini bir türlü göremiyor, meraktan ve sinirden çıldırıyordu. En sonunda, bir gece, bu tantanaya daha fazla dayanamayıp hışımla adamın kapısını çaldı. İlk görüşte aşk, hiç bu kadar eğlenceli, komik ve tutkulu yazılmamıştı.

Wallbanger'ın kapağı sizi yanıltmasın, aslında feci derecede komik bir kitap. Daha ilk sayfalardan kahkaha atmaya başlıyorsunuz o derece. Nasıl mı başlıyor? Karakterimiz Christine'in yan komşusunun gece sporları (!) sırasında duvarı titretmesinden uyuyamamasıyla. Ayrıca yan komşusunun adının Simon olduğunu da bazı çığlıklar (!) sırasında da öğrenmiş oluyor ama yüz yüze tanışmaları bir hayli gecikiyor. Zaten o tanışma da en son canına tak ettiği bir anda geliyor, üzerindeki pembe geceliği ile gidip yan dairenin kapısını deli gibi yumruklamaya başlıyor. Karşısına çıkan yakışıklılık abidesi genç adama bakakalıyor ama ilk sersemliği üzerinden attıktan sonra açıyor ağzını, yumuyor gözünü. Simon da genç kadına bakakalıyor bir nevi ve ondan etkilendiğini anlıyoruz. O geceden sonra duvar sesleri kesiliyor. Zaten Simon'ın haremi olduğunu bilen kızımız bu seslerin kesilmesinden rahat olsa da merak etmeden duramıyor. Bilmediği şey ise Simon'ın da o ilk karşılaşmadan sonra onu aklından çıkaramaması.

Arkadaşları vasıtasıyla kendilerini aynı ortamlarda bulmaya başlayan ikili en sonunda bir anlaşma imzalar ve arkadaş kalmayı seçerler. Tabi her ne kadar arkadaş olsalar da, birlikte uyudukları olur, birbirlerine yemek yaparlar, film izlerler, Simon eski sevgiliyi kıskanır hatta. Kısacası kabul etmek istemeseler de arkadaşlıktan fazlası önlerinde belirmeye başlamaktadır. Tahoe Gölü'nde yaşananlar, ardından gelen kırgınlık ve İspanya gezisiyle kitabın başından beri beklediğiniz şeyler gerçekleşir.



Kitabın en bomba noktalarından biri Clive'ın ağzından anlatılan son bölüm, diğeri ise dört kişi arabada dönüş yolculuğu yaparken sadece düşüncelerini okuduğumuz bölüm. Ben şahsen gülmekten katılacağınızı tahmin ediyorum kitap boyunca çünkü tur vasıtasıyla ikinci kez okumama rağmen yine bol bol kahkaha attım. 



Peki ikinci kitap?
İlk kitabını okuduktan sonra ikinci kitaptan böyle komik bir şeyler beklememelisiniz öncelikle. İlk kitap ne kadar mükemmelse bu da o kadar vasat. Aslında Simon ve Caroline işi ilk kitapta bitmişti, uzatma ve zorlama bir hikaye yazdığı için yazarı buradan esefle kınıyorum. İkincinin konusu ise Simon'ın ilişkilerini biraz daha ciddi yerlere taşımak istemesi, Caroline'ın ise bu durumdan inanılmaz korkması ve işten başını kaldıramaması üzerine. Kitabı kurtaran ise tabi ki yine Clive. 

Ayrıca çekilişle 5 tane Duvarların Dili Olsa'dan birini kazanabilirsiniz!
a Rafflecopter giveaway




Kitap Yorumu ve Seri İnceleme: Reasonable Doubt (#1,2,3) | Whitney G.

$
0
0



Seri: Reasonable Doubt
Yazar: Whitney Gracia Williams

Reasonable Doubt, son günlerde beni kendine deli gibi çeken bir seri oldu diyebilirim. İlk kitap yetmedi, ikinciye geçtim; ikinci de yetmedi ama üçüncüye geçemedim. Neden? Çünkü henüz yayınlanmamıştı. Bu acıyı kalbime gömmek üzereyken yayın tarihinin bir sonraki hafta olduğunu görüp ne kadar sevindiğimi anlatamam. Adeta kalan günleri teker teker saydım.

İlk iki kitap yaklaşık altmış sayfalık novellalar olduğu için aslında dişinizin kovuğuna yetmiyor. Dün itibariyle okuduğum son kitabın daha uzun olması da beni inanılmaz sevindirdi. Nihayet beklediğimi aldım gibi hissediyorum.

Reasonable Doubt'taki arıza karakterimiz Andrew Hamilton. Kendisi bir avukat. Zaten reasonable doubt da bir hukuk terimi, bizdeki manası ise "makul şüphe". Altı yıl önce başına berbat şeyler gelmiş, insanlara olan güvenini kaybetmiş, kısacası bir yalanlarını gördü mü insanları direk silip atıyor. İlişki bakımından da kazığı yediği için online randevu sitelerinden kadın buluyor. Ama şartları gayet açık: bir akşam yemeği, bir gecelik ilişki ve tekrarı yok. Her ne kadar online randevu sitesinden kadınlarla buluşup onlara öküz gibi davransa da avukatların toplandığı, bilgi alışverişinde bulundukları bir sitede tanıştığı Alyssa onun daha çok ilgisini çekiyor ama bu kız da kesinlikle onunla buluşmak, yüz yüze görüşmek istemiyor. Bağlantıları e-mail ve telefon üzerinden oluyor.



Alyssa, kendi kimliği hakkında yalan söyleyen biri. Asıl adı Aubrey Everheart ve kendisi hukuk öğrencisi. Thoreau ismiyle tanıdığı Andrew onun da bir hayli ilgisini çekmekte ama işleri olduğundan ileriye götürmeye niyeti yok. Andrew'ın sahip olduğu arkadaşa en yakın kişi de o ve muhabbetleri ikisinin de hoşuna gidiyor. Tabi her şey Aubrey'nin Andrew'ın ortaklarından olduğu bir firmaya stajyerlik için başvurduğunda meydana çıkıyor. Yalandan hiç hazzetmeyen erkeğimiz yine kandırıldığını anlayınca bir hayli sinirlense de kızı aklından atamıyor. Hatta kız uğruna bir hayli kuralını çiğniyor diyebiliriz.

Andrew kesinlikle normal bir karakter değil, duyguları alınmış desek yeridir. Sert, acımasız ve bazen de tam bir zorba. İlk novella kızımızın Andrew'ın evli olduğunu öğrenmesiyle bitiyor. Siz de zaten "nasıl yani" diyemeden ikinci kitaba geçiyorsunuz. Normalden farklı bir karakter ve kurgu olduğu için kitapları okurken sürekli diken üstündesiniz acaba bu sefer ne yapacak diye.

İkinci kısmında da işlerin biraz düzeldiğini okuyoruz. Ama geçmişindeki acılar ve olaylar Andrew'ın normal bir insana dönüşmesini kesinlikle engelliyor. İkinci kitap da gayet kısa. Andrew kurallarından bol bol ödün veriyor, vermek istemiyor ama kendini verirken buluyor. Aubrey ile bir hayli haşır neşirler bu sırada. Tabi ki her şey güllük gülistanlık değil, kitabın finalinde kendini kaybettiğini anlayıp korkudan kızı bir güzel sepetliyor. Hem de gece yarısı, tek başına sokağa atıyor diyebiliriz. Aubrey için de iplerin koptuğu nokta bu oluyor. Ama tam olarak bu kısmında bittiği için ve üçüncü kitap da henüz çıkmadığı için meraktan bayılacağım felan sandım.

Gelelim final kitabına... Yazar dün kitabı yayınladı, ben de çıktığı gibi okudum. Hatta amazonda şu an bir sürü listede bir numaraya çıktı. Yani tek ben değildim bu denli dört gözle bekleyen... İlişkileri feci şekilde bozulmuş olan çiftin erkek kısmısı Andrew tamamen öküz bu kitapta. Kıza o kadar büyük laflar ediyor ki elinizde olsa adama iki tane çakarsınız. Aubrey de ona aşık olduğu için kendinden nefret ediyor, ailesi ile araları zaten sorunlu, tek zevki olan bale için hayallerinin peşinden gitmeye ve Andrew'dan uzaklaşmaya karar veriyor. New York'a, yani Andrew'ın belalı şehrine bir anda taşınıyor; adama hiçbir bilgi vermiyor, e-mailleri ve aramaları cevapsız kalan Andrew kızı hala aklından atamıyor ve nereye gittiğini de merak ediyor.

Kaderin garip cilvesi de burada oluyor. Altı yıl önce yaşadıkları için New York'a mahkemeye ifade vermesi gerekiyor ve gazetede bale organizasyonunun ilanına denk geliyor. Tabi balerinlerden biri de Aubrey... Heralde beklediğimiz taş artık kafasına oralarda felan düşüyor ve kızı elde etmek için karakterinden bir hayli ödün veriyor.

Aubrey ondan ne kadar nefret etse de araları düzelmeye başlıyor ama Andrew'ın gizli kimliği ve geçmişini saklaması aralarını yine bozan etken oluyor. Kitap boyunca ara ara Andrew'ın geçmişine gidip çektiği acıları okuyoruz ve neden bu tip bir insana dönüştüğünü de anlıyoruz. Ah yavrum, vah yavrum serzenişleri bittikten sonra da çiftin bir hayli uzun süren mutlu sonlarına geliyoruz. Ve eveeeet, sonunda epilog da var!

Üç kitabı toplasanız aslında anca bir kitap ediyor ama duygusal olarak o kadar sarsıyor ki sizi elinizden bırakamıyorsunuz. Bu seksi adam niye böyle, bu sefer düzelecek mi, gene ne öküzlük yapacak, şimdi ne olacak gibi sorular aklınızdayken kitap öyle akıyor ki; uzun zamandan beri beni bu kadar kendine hapseden bir seri okumamıştım diyebilirim. Kitap kesinlikle erotik romans bu olay kısmısını kenara atarsak, o yüzden neyle karşı karşıya olacağınız da bir nevi belli. İngilizce okumayı seviyorsanız bu seri sizi bir hayli açabilir.




31. ÜKG Blog Turu: Guguk Kuşu | Robert Galbraith (Cormoran Strike, #1)

$
0
0

ÜKG Blog Turu'nda bu sefer çok güzel bir polisiye var. Guguk Kuşu, J.K. Rowling'in Robert Galbraith takma adıyla yazdığı bir kitap. Yayınevlerini şaşırtmak amacıyla yazsa da böyle iyi bir roman olması malesef kimliğini daha fazla saklamasını engelledi ve ifşa oldu. İyi ki öyle oldu da bize de çevrildi ve okuyabildik.


Tur Çizelgesi:

Sevgili Kitap - Ön Okuma
Kitap Esintisi - Kitap Yorumu
Kitab-ı Sevda - Kitap Yorumu
Okyanusun Sözleri - Kitap Yorumu





Karla kaplı bir gecede, ışıltılı hayatıyla magazin haberlerinin gündeminden düşmeyen güzeller güzeli manken Lula Landry evinin balkonundan düşüp hayatını kaybeder. Tüm deliller intiharı işaret ederken Lulanın ağabeyi John, cinayet şüphesiyle Özel Dedektif Cormoran Strikeın kapısını çalar.

Eski bir asker olan ve hem fiziksel hem de psikolojik olarak büyük yaralar alan Cormoran Strike bir dönüm noktasındadır. Lulanın ölümünün ardındaki gerçeği araştırmak, bir yandan sorunlarıyla boğuşurken tamamen dibe batmaması için bir umut olur. Fakat şüpheler ve ipuçları bir araya gelmeye başladığında Strike bu gizemin, içinden çıkılmaz bir labirente dönüşeceğinin farkına varır…

Guguk Kuşu Mayfairin sakin sokaklarını, Doğu Yakasının barlarını ve Sohonun canlılığını yansıtan bir atmosferde, Londranın derinliklerindeki gizemi ortaya çıkartıyor. Cormoran Strike karakterini tüm dünyaya duyuran bu kitap, Robert Galbraith mahlasını kullanan J.K. Rowling tarafından yazıldı.


Bilen bilir, iyi polisiyelere bayılırım. Hepsi benim bebeklerim hatta. O yüzden Guguk Kuşu beni feci heyecanlandıran bir kitaptı. HP serisiyle kadını neredeyse tapacak kadar sevdiğimden ve de yeteneğine hayran kaldığımdan, açıkçası bu kitabın da çok iyi olacağını düşünmüştüm. Ve yanılmadım! Kitap en sevdiğim polisiyeler arasına girmeyi başardı.

Ana karakterimizin adı Cormoran Strike. Adı gibi kendi de garip biri. Eski ordu üyesi, ama bir bacağını bombanın tekine feda etmiş, babası çok ünlü bir grup üyesi ama araları yok, küçük bir dedektiflik bürosu var, kilo problemleri var, kız arkadaşı çok zengin ve güzel ama artık geri dönülemez bir biçimde ayrılmışlar; bu yüzden de evsiz barksız savaş gazisi bir karakter var elimizde.

Aynı şekilde onun sekreteri olarak iş bulma ajansından yollanan bir de Robin var. Robin sıkıcı masa başı işleri hiç sevmiyor, o yüzden de dedektiflik bürosunda iş alınca kendine geldiğini hissediyor ama sonuçta geçici bir iş. Cormoran her ne kadar sekreter olarak kimseyi istemese de zaman içinde Robin'in yeteneklerini görünce kıza hakkını veriyor da.

Karakterleri kısaca tanıdık, peki olay ne? Yaklaşık 3 ay kadar önce ünlü top model Lula Landy balkondan aşağı düşmüş olarak bulunuyor. Bu olay basını bir hayli meşgul etse de herkes bunun intihar olduğuna hem fikir. Ama Lula'nın erkek kardeşi John bunun intihar olmadığına inanıyor. Bu yüzden de Cormoran'a iş teklif ediyor ama Cormoran da durumun intihar olduğunu düşündüğü için başta kem küm ediyor, sonra birkaç şey bulmaya başladıktan sonra da intihar olmayıp cinayet olabileceğini kabul edip işi alıyor.

Cormoran araştırmaları boyunca birçok insanla konuşuyor: yakın arkadaşları, makyözü, apartman komşuları, soruşturan polis... Bütün bunların arasında garip çelişkiler bulmaya başlıyor ve yavaş yavaş kazmaya başlıyor. Burada yavaş yavaş derken mecaz kullanmadığımı bilmelisiniz. Kitabın bu kısımları bir hayli yavaş ilerliyor, eğer Ejderha Dövmeli Kızı okuduysanız onun başlarının da bu ayar olduğunu hatırlarsınız. Yavaş ilerlemesi bence sorun değil, kurgunun ne kadar detaylı ele alındığını anlamanızı sağlıyor. Zaten Rowling demek detay demek. (bknz. Harry Potter)

Katili tahmin edebileceğinizi düşünüyorsanız büyük ihtimalle yanılıyorsunuz. Adeta bir Agatha romanındaki gibi, herkes katil olabilir. Düşünecek vaktiniz de var ama ııh, pek olası değil. Sonu da işte bu yüzden çok iyi, kalakalıyorsunuz kitap elinizde. Bu ne güzel kurgu, bu ne güzel son... Ana karakter zaten tam bağrınıza basılacak biri... Polisiyeye gönül verip de bu kitabı okumamak olmaz. Okuduğunuza değecek çok iyi bir roman bence.

İkinci kitap İpek Böceği'nin de takibindeyiz.





Kitap Yorumu: Meleğin Çağrısı | Guillaume Musso

$
0
0
Orijinal adı: L'appel de l'ange
Yazar: Guillaume Musso
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa: 384



Tüm sırlar cep telefonunda gizli...
New York, Kennedy Havaalanı.Bekleme salonunda bir kadın ile bir adam çarpışırlar, kısa bir ağız dalaşından sonra herkes kendi yoluna gider. Madeline ile Jonathan daha önce hiç karşılaşmamışlardır; tekrar görüşmeleri için de bir neden yoktur. Ama çarpışma sonrası yere dağılan eşyalarını toplarken, cep telefonları birbirine karışır. Bunu fark ettiklerindeyse aralarında 10.000 kilometre vardır. Madeline Paris'te çiçekçi, Jonathan ise San Francisco'da restoran sahibi ve şef aşçıdır.

İkisi de meraklarına yenik düşerek birbirlerinin telefonlarını karıştırmaya başlar ve akıl almaz bir gerçekle karşılaşırlar: Geçmişten gelen bir sır ikisini birbirine bağlamaktadır. Bu sırrın merkezinde ise birinin neredeyse hayatına mal olacak, diğerinin ise hayatını borçlu olduğu gizemli bir genç kız vardır.

"Hepimizin başına gelebilecek bir hikâye… Siyah ve tozpembe renkleriyle romantik bir gerilim…"
-France Info-

Guillaume Musso ile çok geç tanıştığımı düşünüyorum. Ne kadar hayıflansam az hatta. Ama Meleğin Çağrısı iyi ki dikkatimi çekmiş de tanışmışız diyebilirim. Kapağı biraz cevapsız arama filmlerini hatırlattı bana ama asıl odaklandığım kısım romantik gerilim yazısıydı. Bu türü bir hayli sevdiğimden almadan edemedim tabi.

Kurgu çok ilginç öncelikle. Birbirini daha önce hiç görmemiş iki kişi Jonathan ve Madeline. İkisi de havaalanında çarpışıyorlar ve birbirlerini çok kaba buluyorlar ama fark etmeden birbirlerinin cep telefonlarını alıyorlar. İşte tüm olay böyle garip bir rastlantıyla başlıyor. Karışıklığı anladıklarında telefonlarını birbirlerine yollamaya karar veriyorlar ama öyle çabuk bitmiyor tabi.

Jonathan ABD’de yaşayan Fransız bir şef. Ama bütün ünü birkaç yıl önce karısı tarafından aldatılıp şirketi batınca sönmüş. İsteğini ve ilhamını kaybetmiş, neyi aradığını bilmeyen bir adam. İşte bu yüzden Madeline’in telefonu ona çok ilginç geliyor ve kendini tutamayıp bir hayli karıştırmaya başlıyor.



Madeline ise Paris’te bir çiçekçi. Zengin bir adamla nişanlı. Hayallerindeki işi yapıyor, çiçeklere aşık, onlarla yatıp kalkıyor gibi bir şey. Ama Jonathan’ın kendi telefonunda bulduğu şeyler onu geriyor, çünkü görmemesi gereken büyük bir dosyası da var. Tabi Madeline’in yanındaki çalışan da Jonathan’ın ünü hakkında birkaç şey söyleyince bu sefer merakına yenilen Madeline oluyor ve Jonathan’ın hayatını bozan o olaylarda garip ayrıntılar fark etmeye başlıyor.

Yazarın en sevdiği şey garip rastlantılar bunu anladım. Madeline polis geçmişinde kafayı takıp ölmeden bulamadığı kız, Jonathan’ın geçmişine de ait. Madeline’in öldü diye kabul ettiği tarihten sonra Jonathan ile karşılaşması ise durumu bir hayli ters yüz ediyor. Madeline de Jonathan’ın geçmişindeki tutarsızlıkları bulunca ikisi bilgilerini birbirleri ile paylaşıyorlar ve bu garip rastlantı yıllardır hasıraltı edilen bir sürü şeyin gün ışığına çıkmasını sağlıyor. Tabi bu arada aralarındaki garip çekimi de inkar edemiyorlar. Ama romans kitapta pek yer kaplamıyor emin olun.

Ben kurguyu çok sevdim açıkçası. Garip rastlantılara bayıldım diyebilirim, karakterler de aynı şekilde gayet iyi. Hala kendime kızıyorum nasıl daha önce yazarı okumadım diye. Bu yorumu yazarken yazarın bir başka romanını daha bitirdim, o da yakında bu sayfalarda olacak. Ama diyebileceğim şu: Tanışmadıysanız denemeniz gerek. Boşuna Fransa’nın en çok satan yazarı dememişler.

PS: Ayrıca kitabın sonunda yazar kişisel notunda bu olayı birebir yaşadığını anlatıyor, oradan ilham alarak yazmış. Ayrıca Maxime (Chattam) ile de yakın arkadaş anladığım kadarıyla. Yazar notu adamı daha da sevmenize neden oluyor, benden söylemesi.

  

Kitap Yorumu: Balta | R.N. Morris (Porfiry Petrovich, #1)

$
0
0
Orijinal adı: A Gentle Axe
Yazar: R.N. Morris
Yayınevi: Pegasus
Sayfa: 400

Dostoyevski’nin ünlü romanı Suç ve Ceza’da Raskolnikov’u sorgulayan zeki dedektif Petroviç yine iş başında!
CSI: St. Petersburg
St. Petersburg 1866… Petrovski Parkı’nın ücra bir köşesinde bulunan iki donmuş ceset… Cesetlerden, bir cüceye ait olan ilki dikkatli bir şekilde bir bavula yerleştirilmiştir. Cücenin kafatası derin bir yarayla ikiye ayrılmıştır. Beline kanlı bir balta sıkıştırılmış ikinci ceset iri yarı bir köylüye aittir ve bavulun yanındaki ağaçta asılıdır. Cinayetleri aydınlatmak için Porfiri’nin yine bütün yeteneklerini konuşturması gerekmektedir.
Porfiri’nin araştırması sürerken, siz de onunla birlikte soyluların dünyasından köhne mahallelere, genelevlerden salaş meyhanelere uzanan bir yolculuğa çıkacaksınız.

“… Fakat balta daha çok köylü sınıfıyla özdeşleştirdiğimiz bir silah, sizce de öyle değil mi?”“Sanırım, öyle.”“Bir beyefendi hangi silahı seçerdi acaba? Ya da bir hanımefendi?”

Balta şans eseri rastlayıp almaya karar verdiğim bir kitaptı. Elime geçtikten kısa bir süre sonra da okuyayım dedim başladım. Kitabın kapağında Raskolnikov'u sorgulayan dedektifin hikayesi diye bir metin var, önce bu yüzden Suç ve Ceza'yı okumadığım için acaba kopukluk olur mu diye korktum. Başladıktan sonra da GR puanına bakayım bari dedim, puanı 3.44 görünce aman tanrım didim. Neyse ki o puanı pek de hak etmeyen bir kitapmış da içim rahat etti. 

Olay Rusya'da geçiyor, tabi karakterler de Rus; o yüzden de sıkıntı var. İsimler o kadar benziyor ki (bence), insanları karıştırdığım çok oldu. Porfiri Petroviç asıl dedektifimiz, Pavel Paveloviç isimli bir karakter daha var o da aç öğrenci kitapta. Neyse ki soyadı Virginski ile anlatıyor da kafanız sürekli karışmıyor; çünkü ara ara ben de hatlar koptu okurken.

Olay ise Petrovski parkında bulunan iki ceset. Çok kısa olan ve cüce diye tabir edilen bavula sıkıştırılmış ve kafası balta ile yarılmış, ağaca asılı olan adamın da karnında balta var. Petroviç bu durumun çifte cinayet olduğunu düşünüyor ama savcılık bürosundaki kafasız adam inatla ağaca asılanın diğerini öldürüp intihar ettiğini öne sürüyor. Böyle zor şartlarda ipuçlarını toplamaya başlasa da savcı davayı kafasına göre kapatıyor. Bir başka kayıp vakası bu durumla ilişkili çıkınca mecburen yeniden açıyor tabi. 

Bir sürü Rus karakterle karşılaşıp ilginç bir hikaye dinliyorsunuz. Ama kimin neyi sakladığı ya da ne konuda yalan söylediğini anlamak kolay değil. Polis grubunun iç ilişkileri de garip olduğundan kafanız bulanabilir. Ama aslında güzel bir son ile bitiyor diyebilirim. Benim aklımdan geçen kişi çıktı, çünkü bütün bu olaylarla garip bir bağlantısı olduğu belli, içten içe de kıllandıran bir karakter. Ve  kitapta kan gövdeyi bir hayli götürüyor ona da hazırlıklı olmak lazım.

Kısacası ummadığım kitap beni bir hayli kendine çekti. Kitaplığınızdaysa öne çekebilirsiniz.






ÜKG Kapak Tanıtımı: Çırılçıplak || Raine Miller

$
0
0

Her şey bir fotoğrafla başladı...Çırılçıplak bir tutku. Gizlenen gerçekler. Unutmayacağınız bir aşk. Londra Üniversitesi’nde sanat eğitimi alan Amerikalı bir öğrenci ve yarı zamanlı bir fotomodel olan Brynne Bennet, yaşadığı trajediye rağmen hayatını yeniden bir düzene sokmuştu. Ta ki başarılı işadamı Ethan Blackstone, Brynne’in çıplak fotoğrafını satın alana kadar... Ethan, Brynne’i yatağında istiyordu ve onu orada tutmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdı. Onun dominant karakteri, Brynne'i hem çekiyor hem de korkutuyordu. Ancak bu ilişkide sırlar söz konusuydu. Hem de oldukça büyük sırlar… Ethan'ın ona duyduğu tutku, Brynne'i kurtarmaya yetecek miydi; yoksa aralarındaki sırlar ikisini de yok mu edecekti?

Kitap Yorumu ve Seri İnceleme 2: Aşka Var Mısın + Forever Jack | Natasha Boyd (Eversea, #1,#2)

$
0
0
Orijinal adı: Eversea
Yazar: Natasha Boyd
Yayınevi: Yabancı
Sayfa: 362




“Eğer geleceğimde olacağını bilseydim, tamamen farklı bir yaşam seçerdim.”
...kokusunu derin derin içime çektim. Sonra ağzımı kulağına yaklaştırdım. “Eğer farklı bir yaşam seçseydin, beni hiçbir zaman bulamazdın.”

Sorumlulukları ve kendine olan güvensizliğiyle boğuşan, güneyli bir genç kız...
Her şeyini kaybedebileceği son skandalından kaçan, Hollywood’un en gözde megastarı...
Onları sonsuza dek değiştirecek, tesadüfi bir karşılaşma, imkânsız bir birliktelik ve masalsı bir aşk hikâyesi...


Uzun süredir yorum yapmayı düşünüp bir türlü yapamadığım ama nihayetinde işe koyulduğum yoruma hoş geldiniz. Aşka Var Mısın çıktığı günden beri bir hayli okundu, sevildi. Ben de beğendiğimi söylemeliyim. Ayrıca sonuna dayanamayıp ikinciyi de devirdiğimi belirteyim.

Jack Eversea Hollywood'un bebeği ama kendisi artık bu işlerden bunalmış. Kafasını alıp küçük bir kasabaya kaçıyor ve bütün medya nerede olduğunu öğrenmek için deli oluyor. Geldiği küçük kasabada da gizli kalmaya çalışıyor ama daha ilk günden Keri Ann onun ünlü Jack Eversea olduğunu anlıyor ve dışarıya bir şey söylememe konusunda söz veriyor.

Yalnız bu ünlü film yıldızı onu bir hayli etkiliyor. Ününe değil de kişiliğine vurulmaya başlayan Keri Ann bunu en başlarda fark edemiyor. Jack de yenileme yaptığı evine yardımcı oluyor, adeta sanki film yıldızı değil de marangozmuşçasına evini adam etmeye koyuluyor. Tabi sürekli beraber geçirdikleri bu zaman onları ileriki bir seviyeye geçiriyor.

Her şeyin güllük gülistanlık gitmesi tabi ki çok sürmüyor. Jack'in peşinde onu arayan eski sevgilisi, menajeri, paparazzi ordusu var. Ama en kötüsü de Keri Ann'in kitabın sonlarında şahit olduğu olay. Buralar biraz spoiler olabilir, okumayı burada bırakabilirsiniz. Eski sevgilisi onu bulup hamile olduğunu söyleyince bizim kız olduğu yerde kalakalıyor ve başından beri kandırıldığını düşünüp Jack'i o esnada terk ediyor ve kendi acısına gömülüyor. Kitap da işte bu derece havada bitiyor, baktım seride bir kitap daha var onu da okuyayım dedim.


İkinci kitabın adı Daima Jack. Yani aslında neler olacağını az çok tahmin ediyorsunuz ama beklediğiniz şeyler kesinlikle çok yavaş gerçekleşiyor. Araları bir hayli bozuk olan çiftimiz nasıl ne zaman toparlanacak merak ediyordum ama gerçekten çok zor oldu o kısım. Bu kitapta ayrıca Jack'in ağzından da okuyoruz kitabın bir kısmını. Önceki kitapta sevgilisi hamileyim diye bombayı patlatmıştı. Siz bu işin ne olduğunu tahmin etmiş miydiniz? Ben açıkçası biraz anlamıştım ne olduğunu. Aptal menajeri de ağzından kaçırınca bunun bir "plan" olduğunu, Jack oracıkta adamı öldürmeyi düşünüyor tabi. Zavallı Jack pis bir kan emici sürüsü yüzünden asıl aşık olduğu kadını kaçırdığını anlıyor ve ona tekrar geri dönmeyi düşünüyor ama malesef bu istediği hızlı olamıyor.

Yaklaşık 5 ay kadar süre yaklaşamıyor Keri Ann'e. Keri Ann kendi acısında boğulurken bizim oğlan istese de gidip onu teselli edemiyor. Tabi ki hepsi güzel görünümlü cadı eski sevgilisinin zorla imzalattığı bir anlaşma yüzünden. Ama bu sürenin sonunda bizim oğlan soluğu Keri Ann'in yanında alıyor ama Keri Ann onun yüzünü dahi görmek istemiyor. Doğal olarak.

Kitabın büyük kısmı Jack'in ne kadar ünlü olduğunu bilmesine karşın bu şöhretiyle baş etmekte zorlanan Keri Ann'i anlatıyor aslında. Sürekli yapamayacağını, göz önünde olmak istemediğini düşünüyor ve Jack'i suçluyor. Ama garibim Jack ne yapsın, malesef paparazzi sürüsü ile birlikte bir paket olarak geliyor. Kitap boyunca ne zaman aklının başına geleceğini düşünüyorsunuz. Bu kısımları yüzünden ilk kitap 4 yıldızsa, bu otomatikman 3'e düşüyor. Gerçi mutlu son var işin ucunda, o kısmı güzel.

Seri olarak güzel bir hikaye, tabi yer yer üstte anlattığım kısımlar sizi sinir edebiliyor. Ama ilk kitabın sonu ister istemez ikinci kitabı okumak istemenize neden oluyor tabi. Açıkçası ben hikaye sona erince huzura eriyorum, öteki türlü beklemek bende ters tepebiliyor; seriden soğuyorum nedense. Bu gidişle uzun olan okuma listem dağlara taşlara sığamayacak gibi. Umarım ikinci kitap bizde de bir an önce çıkar da siz de en kısa sürede merakınızı dindirirsiniz.



Kitap Yorumu: Yalnızlar Adası | Lisa Kleypas (Friday Harbor, #1)

$
0
0
Orijinal adı: Christmas Eve at Friday Harbor
Yazar: Lisa Kleypas
Yayınevi: Epsilon
Sayfa: 181



"Umutlar, deneyimler karşısında galip gelsin..."
Altı yaşındaki Holly yağmurlu bir akşam, aile olarak bildiği tek kişi olan annesi Victoria'yı kaybettikten sonra konuşmaz olmuştu.

Mark Nolan'ın hayatında ihtiyaç duyduğu son şey ise altı yaşındaki bir kız çocuğuydu. Ancak o da kaybettiği kardeşinin bu sessiz çocuğunun hayatını güzelleştirmek için her şeyi yapabileceğini fark edecekti.
Kız kardeşinin ona son tavsiyeleri açıktı. "Her şeye onu sevmekle başla. Gerisinin geleceğinden eminim."

Maggie Conroy ise bir senelik eşini kaybettikten sonra, tekrar âşık olmaktan korkuyordu. Yine de hayal gücünün sihrine inanıyordu. İşlettiği oyuncakçı dükkânında Holly Nolan'la tanıştığında, bu küçük kızın sihre ihtiyacı olduğunu o da anlayacaktı.


Yalnızlar Adası benim bir süre önce keşfettiğim bir serinin ilk kitabı. Şu an için dört kitabı yayınlanan Friday Harbor serisinin tamamını okudum ve sonraki kitabını dört gözle bekliyordum ki Epsilon sürpriz yapıp seriyi çevirmeye karar vermiş. Her ne kadar öncelikle başladığı seriyi bitirmesini istesem de bu serinin de çok güzel olması biraz yatıştırıyor insanı. Ben de madem çıktı, hafızamı bir tazeleyeyim diye tekrar okudum kitabı.

Yalnızlar Adası, Nolan kardeşlerimizin en büyüğü olan Mark’ı anlatıyor. Tahmin edersiniz ki sonraki kitaplar da diğer kardeşlerin kitapları. Üç erkek kardeş de Friday Harbor’da yaşıyor. Kız kardeşleri ise bir kazada hayatını kaybedince küçük kızı Holly’e bakmak dayılarına düşüyor. En küçük kardeş Alex’in kendince birçok sorunu olduğu için asıl dayılığı Mark ve Sam yapıyorlar. En başta küçük bir kıza bakma düşüncesi onları korkutsa da buna alışıyorlar, hatta kıza bir hayli bağlanıyorlar. Tek sorun ise annesinin ölümünden beri Holly’nin ağzından tek kelime çıkmaması.

Maggie ise adanın oyuncakçısı. Doğal olarak Mark ile karşılaşmaları orada oluyor, birbirlerinden etkilenseler de bir şey yapmıyorlar. Mark ise onu özellikle Holly’i konuşturmaya başlayınca görmüş oluyor. O sırada devam eden ilişkisinin de bitmesi gerektiğini böylece anlıyor.

Kitap gayet kısa, güzel bir zaman geçirmeniz için de çok iyi bir tercih olur bence. Nolan’ların aile ilişkileri, Holly ve dayılarının sevimliliği, ayrıca Maggie ile Mark’ın ilişkisi bence bu kısa kitap için gayet iyi anlatışmış. Sonraki kitaplar da bir hayli sevimli ve güzel.

Vakti zamanında serinin üçüncü kitabına da yorum yapmışım. Üçüncü kitap tüm serideki favori kitabım ayrıca. Eğer okumak isterseniz Dream Lakeyorumuna bakabilirsiniz.






 

Kitap Yorumu: Sen Olmasaydın Ben Ne Yapardım | Guillaume Musso

$
0
0
Orijinal adı: Que serais-je sans toi?
Yazar: Guillaume Musso
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa: 256





Fransa'nın en çok satan yazarı Mussodan hayata ve aşka dair umut dolu bir roman.
Herkes ikinci bir şansı hak eder…
Gabrielle hayatının iki erkeği arasında kalan genç bir kadın.
İkisi de kalbinde derin bir boşluk bırakarak yıllar önce yaşamından çıktı. Ama bugün geri döndüler. Biri babası diğeri sevgilisi. Biri ünlü bir hırsız diğeri onun peşinde bir polis. Ölümüne bir mücadele içindeler. Ve Gabrielle bir seçim yapmak zorunda.


Mussodan yine hayata aşka dair umut dolu bir roman.


Musso ile yeni yeni tanışmama rağmen yazara hayran olduğumu her yerde söylüyorum. Şu ana kadar üç kitabını ayrı ayrı zevk duyarak okudum, diğer ikisi de başucumda okunmayı bekliyor. Sen Olmasaydın Ben Ne Yapardım sahafın tekinde bulup ele geçirdiğim bir kitaptı, iyi ki de almışım.

Gabrielle ve Martin gençliklerinde birbirlerine aşık olmuş ama daha sonrasında Fransa'ya dönmesi gereken Martin'in durumundan dolayı araları açılmış bir çift. Daha sonrasında da Martin'in çağrılarına geri dönmeyip kalbini kıran Gabrielle ile kaderin garip cilvesiyle yıllar sonra tekrar buluşuyor ama bu sefer asıl peşinde olduğu Gabrielle'in babası. 

Martin Fransa'da polis olup narkotikte uzun süre çalıştıktan sonra sanat hırsızlığı birimine atanıyor. Zaten sanat tarihi okuduğu için aslında burası tam onun çalışabileceği bir bölüm. Hedefi de belli: Ünlü hırsız Archibald McLean'ı tek başına yakalamak. Hatta adamın sistemini çözmüş, köşeye kıstırmış ama yine de elinden kaçırıyor. Çünkü hesaba katmadığı şey bu yaşlı hırsızın da onu araştırmış olduğunu bilmemesi.

Archibald sırf zevk için çalanlardan. Hastalık gibi, zaman zaman yapması gereken bir şey. Ayrıca çok zeki, yıllardır fotoğrafını bile çekmeyi başaramamışlar. Çaldığı her esere de büyük bir saygıyla yaklaşıyor. Ama geçmişinde birkaç sorun var. Bunlardan dolayı da doğduğundan beri kızıyla tek kelime etmemiş, kızı ise onu ölü sanıyor. Ama kalan zamanları kısalırken Archibald artık kızının hayatına girmesi gerektiğini anlıyor.

Gabrielle, Martin'den sonra adam akıllı bir aşk yaşayamamış ve ortalama bir hayat sürmüş. Yeni olaylar neticesinde hayatına giren Martin'i ise bir daha bırakmak istemiyor. Aralarında kalan sırları ve kırgınlıkları düzeltmeleri gerekiyor, tabi yaşanacak dramalar kitabın son bölümlerinde daha etkili.

Kitabın sonlarına doğru işler koşuşturmacaya dönüşüyor. Son bölümlerdeki "koma" muhabbeti ile kitap buruk bir şekilde bitse de aslında kitabı bitirdiğinizde yine yüzünüzde sevimli bir ifade oluyor. Bu kitapta biraz "sihirli gerçeklik" diye tabir edebileceğimiz kısımlar var, kitabı okursanız ne demek istediğimi anlarsınız. Ama tabi ki her Musso kitabında olduğu gibi, kurgudaki tüm garip rastlantılar size hoş bir vakit geçirtiyor. Benim de yazara gitgide daha da takmama neden oldular diyebilirim.


Yazarın diğer kitabı için: Meleğin Çağrısı



Kitap Yorumu: On Küçük Zenci | Agatha Christie

$
0
0
Orijinal adı: And Then There Were None / Ten Little Niggers
Yazar: Agatha Christie
Yayınevi: Altın Kitaplar
Sayfa: 191







Her birinin gizledikleri ve korktukları sırları olan on kişi, Zenci Adası’ndaki ıssız bir malikaneye davet edilirler. Ancak malikaneye giden grubu bir sürpriz beklemektedir, ev sahibi ortalarda yoktur.
Geçmişlerindeki karanlık sırlardan başka hiçbir şeyleri olmayan bu insanlar adada mahsur kalmışlardır.
Konuklar bir süre sonra gizledikleri karanlık sırları birbirlerine anlatırlar. Ve teker teker ölmeye başlarlar...


Hiçbir zaman "en sevdiğin kitap ne" diye sorulan soruya tek kitap ismi veremem. Ama bir liste yaptığımda bu kitap kesinlikle o listededir. İlk olarak ne zaman okuduğumu hatırlayamadığım On Küçük Zenci için blogda hiçbir şey yazıp çizmemiş olmamı beğenmedim ve birkaç sene önce ikinci defa okuduğumdan hatırlayabildiklerimle kısaca saygı duruşunda bulunmak istedim. On Küçük Zenci tek kelimeyle bir başyapıt.

Sürekli cinayet romanlarıyla kafayı bozmuş olduğum bir dönem vardı. Sanırım bu kitap da annemin bana önerdiği ilk Agatha romanıydı, çünkü o da yıllar geçmesine rağmen unutamamış kitabı. Bu kitabın neticesinde kocaman bir Agatha rafım oldu, sığdıramadım yetmedi. Zamanla çoğunun kurgusunu dahi unuttum ama bu kitabı bir türlü zihnimden silemedim. Sonunu bile bile yine de okudum ve aynı zevki aldım.

On Küçük Zenci'ye biraz aşinaysanız ne anlattığını bilirsiniz. On kişi gizemli bir kişiden davet alır, hepsi adadaki eve gelir ama bir de bakarlar ki evin sahibesi ortalarda yok. Onlara daha sonradan katılacağını söyleyen bir mektup bırakır, konuklar da garip bulsalar da evin zevkini çıkarmaya başlarlar. Ama sonra teker teker ölümler başlar. Siz ne olduğunu, kimin ne yaptığını anlayamazsınız bile.

Kitabın ismi malikanenenin hem Zenci Adası'nda olmasından geliyor, hem de özellikle meşhur On Küçük Zenci şiirinden. Öyle bir şiir ki adadakilerin nasıl öleceğini anlatıyor ve gerçekten de sekme olmadan şiire göre insanlar ölmeye başlıyor. Hatta o şiir de şöyle bir şey:


On küçük zenci yemeğe gitti,
Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz.
Dokuz küçük zenci geç yattı,
Sabah biri uyanmadı. Kaldı sekiz.
Sekiz küçük zenci Devon'u gezdi,
Biri geri dönmedi. Kaldı yedi.
Yedi küçük zenci odun yardı,
Biri baltayı kendine vurdu. Kaldı altı.
Altı küçük zenci bal aradı,
Birini arı soktu. Kaldı beş.
Beş küçük zenci mahkemeye gitti,
Biri idama mahkum oldu. Kaldı dört
Dört küçük zenci yüzmeye gitti,
Birini Balık yuttu. Kaldı üç.
Üç küçük zenci ormana gitti,
Birini ayı kaptı. Kaldı iki.
İki küçük zenci güneşte oturdu,
Birini güneş çarptı. Kaldı bir zenci.
Bir küçük zenci yapayalnız kaldı.
Gidip kendini astı. Kimse kalmadı.


Tahmin edilebilir bir kurgu değil. Yok yani, ben hala o sonu okuduğumdaki şaşkınlığımı hatırlarım. Beni sonuyla dumur eden en büyük kitaplardan biridir heralde. Sırf bu kitap Agatha'dan garip bir şekilde tırsmama neden oldu, çünkü bunu kurgulayan her şeyi yapabilir dedim. Hala da saygıyla karışık bir ürperti duyarım kadına. 

Benim gözümde yaklaşılması çok zor bir yerdedir bu kitap. Eğer ki bir kitap için buna benzer olduğunu söylediysem bilin ki inanılmaz övmüşümdür. Ve hala bu kitabı okumayanları buradan kınım kınım kınıyorum.




Kitap Yorumu: Katya'nın Yazı | Trevanian

$
0
0
Orijinal adı: The Summer of Katya
Yazar: Trevanian
Yayınevi: E Yayınları
Sayfa: 191



Yarattığı kahramanlar kadar gizemli bir yazar. Kim olduğunu yalnızca yayıncısı, nerede olduğunu ise yalnızca kendisi biliyor. Şu anda hangi adreste oturduğu ise herkesten gizli...

"Herkesin kimliğini merak ettiği yazar bu kez de Bask bölgesini mekan seçmiş romanına. Genç bir doktor Birinci Dünya Savaşı'nın eşiğinde hayatının ilk aşkını yaşıyor...

Ve bu olağanüstü öyküyü İkinci Dünya Savaşı öncesinde anımsadığı şekliyle anlatıyor. Bir aşk romanı görüntüsünde, insan ruhunun derinliklerine iniyor. Umulmadık dönüşlerle sürprizli bir son hazırlıyor."

Geçmişte okuyup çok etkilendiğim romanlara dönüp bir şeyler yazmak istiyorum bu ara. On Küçük Zenci'den sonra beni bir o kadar şaşırtan diğer bir kitaba geçeyim madem dedim. Trevanian'ı aslında ilk olarak Şibumi kitabı ile tanıdım. O da çok ilginç ve karmaşık bir kitaptı, Katya'nın Yazı da aynı şekilde öyle.

Katya'nın Yazı aslında bir aşk hikayesi.  Birinci Dünya Savaşı sıralarında geçiyor, dönem aynen yansıtılmış, karakterimiz genç doktor ise kıza deli gibi vurulmuş.

Üzerinden çok zaman geçtiği için detaylar resmen silinmiş hafızamdan ama kızın karışık bir ailesi ve aralarında sakladıkları bir sır olduğunu hatırlıyorum. Sır tabi ki kitabın sonlarında açığa çıkıyor ama genç doktorla birlikte inanılmaz bir şekilde şok oluyorsunuz, bu kısım aklımdan istesem de silinemez bir yer.

Trevanian yazar olarak da çok garip biri. Adam hakkında adam gibi bilgi yok, fotoğraf olarak silik bir resim ya da çizim bulabiliyorsunuz. Şibumi kitabında da fotoğrafı çekilemeyen bir katili anlatıyordu yazar, tıpkı kendisi de onun gibi. Ve garip bir düşünce yapısı olduğunu düşünüyorum. Şibumi garipti, bu gerçekten çok daha ilginç bir kurgu. Siz sadece bakıyorsunuz kitabın sonunda, emin olun.

Yine annem kaynaklı bir öneriyle başladığım kitap. Kendi hangi kitabı unutamadıysa bana da okutmuş orası kesin, ama bu gerçekten okunulası ve şaşırtıcı bir kitap. Hala aklım ermiyor sonuna, düşündüğümde de "vay anasını, ne sondu öyle" diye düşünürüm. Heralde okuduğumda ortaokulda felandım ama hala aklımdan çıkmıyor. Bu garip yazarla tanışmak için güzel bir kitap diyebilirim.




Kitap Yorumu: Boyalı Kuş | Jerzy Kosiński

$
0
0
Orijinal adı: The Painted Bird
Yazar: Jerzy Kosiński
Yayınevi: E Yayınları
Sayfa: 172



Boyalı Kuş, bir çocuğun 2. Dünya Savaşı esnasında başına gelen korkunç olayların romanı. Birçok ailenin yaptığı gibi annesi ve babası, para karşılığında çocuğa bakması için bir aile bulur. Ancak bu girişim başarılı olmaz... Esmer olması sebebiyle halk tarafından "Çingene ve Yahudi" olarak nitelendirilen kahramanımız, o köyden bu köye kaçar durur. Çingenelik ve Yahudiliktir onun boyası. Yer yer kendisinin kötü bir ruh olduğuna inanır çocuk. Makro savaş, çocuk ruhunda mikrolaşır.

"Ne kadar çok insandan nefret ediyordum ben de. Bir gün geri dönüp evlerini ateşe vermeyi, çocuklarıyla hayvanlarını zehirlemeyi, onları dipsiz bataklıklara çekmeyi kaç kere düşledim. İblislerin adamı olmuş, onlarla anlaşma yapmıştım." der kahramanımız.

Yaşadıklarını çocuk kalbiyle anlamlandırmaya çalışır; "Buldum"der . "Her şeyin nedenini anlıyorum şimdi. Tanrının neden yakarışlarıma kulak asmadığını, neden Garbos'un beni tavana asıp dövdüğünü, neden dilsiz olduğumu, hepsini anlıyorum. Bütün bunlar kalmuklar gibi kara gözlü, kara saçlı olduğumdandı. Bilinmeyen bir iblisin isteğiyle bu vahşi soydan gelmiştim, bağışlanmama imkân yoktu..."
Bu kitap sırf merakımdan elime alıp okuduğum ve inanılmaz rahatsız olup bitirdiğim bir kitaptı. Sırf evdeki kapağı nette güzel bulamadım diye kendim çektim hatta, kapağından sorunlu olduğu belli zaten. 

Yine pek bir şey hatırlayamadığım ama yer yer bazı olayların aklımda yer ettiği bir kitap Boyalı Kuş. Küçük bir çocuğun gözünden İkinci Dünya Savaşı anlatılıyor ve öyle bir travma geçiriyor ki, eve dönebildiğinde aylarca konuşamıyor. İkinci Dünya Savaşı'ndaki Yahudi-Alman ilişkileri ve yapılan işkenceler gerçekten rahatsız ediyor. Özellikle kasabanın kadınlarının adı fahişeye çıkan bir kadına şişe ile yaptıkları var ki, unutamıyorum olmuyor. 

Aynı şekilde bu kitabın yazarı da garip. Jerzy Kosinski Polonya asıllı bir yazar. Ve savaş zamanında da küçük bir çocuk. O yüzden hep kendini anlattığını düşünmüşümdür ben, kendi gözlemleri belki de o dilsiz çocuk kendidir diye. Çünkü 58 yaşında intihar ediyor yazar. Hatta yanlış hatırlamıyorsam başına poşet gibi bir şey geçirerek. Yöntemi bile ne kadar sorunlu bir hayat yaşadığını anlatıyor. Belki Stefan Zweig gibi savaşta şahit olduklarına dayanamıyordur. Nedeni her ne olursa olsun, yazarın hayatının garipliği kitabından anlaşılıyor. 

Kesinlikle rahatsız olacağınız bir kitap, 3 yıldızı vermem de bu rahatsızlık hissi.






Kitap Yorumu: Kağıt Kız | Guillaume Musso

$
0
0
Orijinal adı: La fille de papier
Yazar: Guillaume Musso
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa: 312




“Fırtınalı bir gecenin ortasında, sırılsıklam ve çırılçıplak, terasımda belirdi.
- Nerden çıktınız siz?
- Düştüm.
- Nereden düştünüz?
- Kitabınızdan düştüm. Hikâyenizden düştüm yani!”

İlham perisini kaybeden ünlü yazar Tom Boyd’un hayatına aniden, romanlarının kahramanı Billie girer. Billie güzeldir, umutsuzdur ve eğer Tom yazmayı bırakırsa ölecektir.

Yaşamın yalnızca bir romana bağlı olmasına dair canlı ve etkileyici bir serüven.

Kağıt Kız aslında yayınlandığı dönemde adını çok duyduğum bir kitaptı ama gelin görün ki yıllar sonra inanılmaz geç kalarak okumuş bulundum. Her kitabında daha önce neden tanışmamışız diye hayıflanıyorum ama kader işte. Bu kitap o kadar etkileyiciymiş ki Aynur bloğunun adını bu kitaptan esinlenerek oluşturmuş. Yani uzun süre Kağıt Kız gözümün önündeydi ama ben okumayı düşünmedim bile.

Kitabın konusunu okumam kitabı deli gibi merak etmeme neden oldu. Tıkanmışlık sendromu yaşayan ünlü yazar Tom Boyd, sevgilisinden ayrılmanın etkisiyle depresyona girmiş ve aylardır tek kelime yazamamış. Ama fırtınalı bir akşamda yazmakta olduğu serinin kahramanı Billie yanlış basılmış kitabından düşüveriyor! Salonunda beliriveren bu çırılçıplak kadının Billie olduğuna inanmasa da gittikçe kafasında yarattığı Billie ile ilgili her şeyi bildiğini anlıyor ve onun gerçekten de kitaptan düştüğünü kabul ediyor.



Birbirlerine yardım etmeyi kararlaştırıyorlar. Anlaşmaya göre Tom kitabın sonunu yazacak ve Billie’yi kendi dünyasına gönderecek, Billie de eski sevgilisi ile Tom’un barışmasını sağlayacak. Anlaşma temelde aynı olsa da yaşadıkları maceralar bu kurgu karakter ile yazarını ilginç bir şekilde birbirine bağlıyor. Ama 100.000 yanlış basımlı kitabın 99.999’u bir günde imha edilince Billie deyim yerindeyse ölüm döşeğine yaklaşıyor. Saçları beyazlıyor, mürekkep kusmaya başlıyor, tüm bunlar da Tom’u bir hayli korkutup kızı korumasına almasıyla sonuçlanıyor. Kendilerini apar topar Fransa’da ünlü bir cerrahın yanında buluyorlar ve Billie orada büyük sıkıntılar atlatıyor. Hepsi de olay devam ederken kalan son kopyanın başına gelenlerle ilişkili.


En yakın arkadaşları Carole ve Milo kalan son kopyayı elde etmek için bin bir macera atlatıyorlar ama her defasında parmaklarının ucundan kaçıveriyor. Eninde sonunda ellerine geri dönüyor ama tıpkı Billie gibi son kopya da berbat bir halde.


İnanılmaz tuhaf bir kurgu, hiç beklenmeyen bir son ve garip rastlantılar... Klasik Musso tabirini artık bu durumlar için kullanabiliriz diye düşünüyorum. Yine çok eğlendim, elimden hiiiç bırakamadım ve sonunda şaşkınlıkla beraber sevindim. Açıkçası benim gibi yapmayın, ertelemeyin bu yazarı. Bu kitabın bitişiyle de okuyacağım tek bir Musso kaldı, nasıl da değerli şu an benim için anlatamam...


Diğer Musso Yorumları



32. ÜKG Blog Turu: Çırılçıplak | Raine Miller (The Blackstone Affairs, #1) - Kitap Yorumu + Seri Tanıtımı

$
0
0


Tur Programı
Kitap Esintisi - Yorum + Seri Tanıtımı || 12.09.2014
Yorumbaz - Yorum + Karakter Söyleşisi || 12.09.2014
Okyanusun Sözleri - Yorum + Yazarla Söyleşi || 13.09. 2014 ( Yazar muhtemelen dönmemiş olacağı için ertelenebilir.)
Sevgili Kitap - Yorum || 13.09.2014








Çırılçıplak bir tutku. Gizlenen gerçekler. Unutmayacağınız bir aşk.

Londra Üniversitesi'nde sanat eğitimi alan Amerikalı bir öğrenci ve yarı zamanlı bir fotomodel olan Brynne Bennet, yaşadığı trajediye rağmen hayatını yeniden bir düzene sokmuştu. Ta ki başarılı işadamı Ethan Blackstone, Brynne'in çıplak fotoğrafını satın alana kadar...

Ethan, Brynne'i yatağında istiyordu ve onu orada tutmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdı. Onun dominant karakteri, Brynne'i hem çekiyor hem de korkutuyordu. Ancak bu ilişkide sırlar söz konusuydu. Hem de oldukça büyük sırlar… Ethan'ın ona duyduğu tutku, Brynne'i kurtarmaya yetecek miydi; yoksa aralarındaki sırlar ikisini de yok mu edecekti?

Çırılçıplak tam bir sahiplenme hikayesi. Ethan sahibi olduğu güvenlik şirketine gelen görevi en başta almak istemiyor ama koruması gerektiği kızın resmini gördüğünde işin temeli onun için değişiyor. Onu korurken ayrıca da kendi yatağına götürmeye kararlı.

Fotomodellik yapıp aynı zamanda Londra'da okuyan Brynne ise adamdan en başta etkileniyor ve açık sözlülüğüne şaşırmadan edemiyor. Geçmişinde hayaletler var ve babasının korunması için Ethan'ı tuttuğunun haberi dahi yok. Çift için işler karışacak tabi. Ve kitabın sonunda siz de "böyle kitap mı bitirilir" diye hayıflanacaksınız emin olun. O yüzden de diğer kitapların konuları sizi beklerken yatıştırabilir, ya da okumaz olaydım demenize neden olabilir :P

Gelelim serinin diğer kitaplarına. İlk kitap Naked sonrası üç ana kitap daha var. Bir de yan seri. Sıralama ve konuları ise aşağıda. Yalnız sonraki kitapların konuları spoiler içerebilir:


#1- Naked (Çırılçıplak)
#2- All In




Blackstone serisinin ikinci bölümü! Tehlike büyüyor. Uğruna savaşmaya değecek bir aşk. Elindeki her şeyi ortaya koyacak bir adam.


Ethan Blackstone’un önünde bir sorun var. Brynne’in güvenini kötüye kullandı ve kız da onu terk etti. Onsuz yaşamamaya kararlı ve pes etmeye de niyeti yok – Amerikalı güzel kızını geri almaya kendini adamış. Aralarındaki tutku patlamaya hazır ama birbirlerinden sakladıkları sırlar karanlık, ürkütücü ve birlikte bir yaşam kurmalarını engelleyebilecek kadar güçlü. Şimdi de Brynne’e yöneltilen siyasi tehditler var. Ethan’ın zamanı tükenmek üzere, tüm gücünü ve becerisini Brynne’i korumak için tekrar toplaması gerek. Brynne’i korkutucu geçmişinden kurtarmayı başarabilecek mi? Bir daha sevdiği kadının dokunuşunun yumuşaklığını, sağlam güvenini hissedebilecek mi? Bu sevdiği kadını elde etmek için her şeyi yapabilecek âşık bir adamın hikâyesi. Onu korumak için her şeyi göze alacak.


İki insanın birbirlerine duydukları büyük aşkla teslim olmalarını geçmiş acıları iyileştirip coşkulu, saf bir zevke kendilerini bırakmalarını anlatan ateşli bir hikâye.

#3- Eyes Wide Open 




Blackstone serisinin üçüncü bölümü: Parçalanmanın eşiğine gelen bir aşk. Aşkı yaşatmak için ortaya konulan zorlu mücadele.

Hayatlarına alışmak için çabalayan Brynne ve Ethan için ufukta büyük sürprizler var. Geçmişten gelen şeytanlar, birbirlerine hiçbir şeyin onları ayıramayacağına dair söz vermiş olsalar da aralarındaki tutkulu bağı bozmak için tehdit ediyor. Büyük ve acı verici bir kayıpla birlikte yeni umutlar gözlerini geleceğe çevirmelerini sağlıyor ama âşıkların acılı geçmişlerinden uzaklaşmaları mümkün olacak mı? Gizlenen bir avcı gölgelerde saklanıyor, Londra’daki 2012 Olimpiyat Oyunları’na kumpas kurmuş. Brynne ve Ethan her şeyi kaybetmenin eşiğinde. Kontrolleri dışında gelişen durumlara teslim olacaklar mı yoksa birbirlerini kurtarıp büyük ödülü kazanmak için tüm güçleriyle savaşacaklar mı?

Eyes Wide Open, saf aşkın sınandığında nelere kadir olabileceğini ve tehlike ile zorluklar karşısında kalbin neler başarabileceğini anlatan tutkuyla harmanlanmış bir hikaye.

#4- Rare And Precious Things





New York Times çok satan serisi Blackstone Serisinin dördüncü bölümü: Zor kazanılmış aşkları için savaşan iki yaralı ruh için parlak bir gelecek ve sonsuza kadar mutlu yaşamayı garantilemek için yeni bir umut.

İtalya kıyılarında huzurlu bir balayıyla tazelendikten sonra Blackstone ailesi değerli bebeklerine ve yeni evlerine alışmayı hazır. Ama geçmişten gelen hayaletler tekrar ilişkilerini tehdit etmeye başlayınca işler karışıyor. Ethan ve Brynne’ın birbirleri için daha da sert savaşması gerek. Rare and Precious Things, tamamlanmak için diğerine ihtiyaç duyan ve korumak için her şeyi feda etmeleri gereken aşkın ne kadar ender olduğunu öğrenen bir çiftin hikayesi.

Yan seride ise başka bir çift, Neil ve Elaina var. #3.5 romanı: Cherry Girl




Elaina Morrison yıllardır Neil McManus’a aşık. Aşık olmadığı bir zamanı hatırlamıyor. Kalp kıran trajediye ve yıllar süren ayrılığa rağmen hala ona aşıktı… ta ki hayat kalbini parçalayıp hayallerini yerle bir edene ve ona pes etmenin ne kadar zor olduğunu öğretene kadar…

İkili gerçek hayatın romantik düşlere benzemediğini tekrar tekrar anlıyor. Büyük bir mahvediş ardında acı dolu yaralar bırakıyor.
Ama Neil vazgeçmiyor. Yıllarını onu isteyerek ve beklemek zorunda kalarak geçirmiş. Her zaman bir asker olan Neil, bir savaşta ne yapması gerektiğini bildiği gibi Elaina’yı kazanmak için de ne yapacağını biliyor. İşte bu da tam olarak Neil’in yapacağı şey. Savaşacak ve bildiği şeyi Elaina’nın görmesini sağlayacak:

Ve Elaina sonsuza dek Kızıl Kadını olacak.

 Neil ve Elaina'nın hikayesinin devamı aralık ayında My Captain adıyla yayınlanacak.








Kitap Yorumu: The Suit | B.N. Toler (Holly Springs, #1)

$
0
0
Kitap adı: The Suit
Yazar: B.N. Toler
Yayın: Self-published
Sayfa: 200
Türkçe edisyon: Yok.


İki hayal çarpıştığında ne olur?

Çiftlik hayatı ve tek aşkı at eğitmenliğinden bıkan John Wilson botlarını ve kotunu takım elbiseler ve kol düğmeleri ile değiştirmişti. Sıkı çalışma ve kararlılığıyla John hukuk okulundan yeni mezun olmuş ve yeni bir başlangıç yapmaya hazır. Acılı geçmişinin geleceğini gölgelemesini reddeden John yeni hayatıyla devam etmeye kararlı.

Tabi yapması gereken tek bir şey dışında – tam olarak devam etmeden önce eski borçları ödemeli.

Ne yazık ki borçları ödemek onun unutmaya çalıştığı hayata geri dönmesi demek. Önünde yaz boyunca onu bekleyen bir at çiftliği işi var ve her saniyesinden şimdiden nefret ediyor.
Edie James, John Wilson mükemmel dikilmiş takım elbisesi, kendinde olmayan o zerafet ve seksilikle hayatına girdiğinde büyükbabasının yasını tutmaktaydı. Tanışmaları ise pek de hoş olmuyor.

Kız adamın kibirli, beyaz yakalı bir zengin olduğunu düşünüyor.

Adam da kızın basit bir çiftlik kızı olduğunu.

Edie’nin büyükbabası ölmeden önce Edie’nin aile çiftliğini alabilmesi için vasiyetine yeni şartlar koyuyor. Sanki bu yeterince zor değilmiş gibi bir de takım elbiselinin üç ay boyunca büyükbabasına olan borcu ödemesi için onunla çiftlikte çalışması gerekiyor.

Ve evine de taşınıyor.

Sallantılı bir başlangıçtan sonra zıt ikili arkadaş olmaya karar veriyorlar. Beklenmeyen arkadaşlıkları geliştiğinde aralarında bir çekim oluşuyor ve her ikisi de birbirleri hakkındaki ilk düşüncelerin söylediklerinden farklı olduğunu görüyorlar. Şimdi ise bu bunaltıcı yaz hayatlarındaki en sıcak ve en unutulmaz yaz olmak üzere.

The Suit reklamına internette denk geldiğim, yazarını ilk defa duyduğum güzel bir romandı. Kısaydı, eğlenceliydi, sıkmadı, germedi; o yüzden tam okunulası bir hikayeydi benim için. Kapak ve de isim çekti beni, yalan söylemeyeceğim, ama öyle bir fifty shades felan beklemeyin; bu gayet normal bir ilişkiyi anlatıyordu. Ya da o kadar normal demesem mi?

Johnny, John ya da kızın ona hitap etmeyi sevdiği şekil "Suit", bu tip bir çiftlik hayatında büyümüş, büyükbabası öldükten sonra babası aile çiftliğini mahvetmiş, en sonunda ailesinin ölümüyle bu tarz işlerden elini eteğini çekip hukuk okumaya gitmiş. Mezun da olmuş hatta. Ama Edie'nin büyükbabasına verdiği söz hayatına başlamadan önce onu sözünü yerine getirmesi için zorluyor ve nefret ettiği bu hayata yeniden dönmek zorunda kalıyor.

Edie ise büyükbabasının ölümünden sonra moral bakımından çökmüş, geleceği belirsiz, çiftliği elinde tutmak için her şeyi yapacak bir halde. Bunun üstüne bu ukala takım elbiseli onunla üç ay kalacağını söyleyince biraz sinirleniyor haliyle. Onun hiçbir şeyden haberi olmayan bir şehir çocuğu olduğunu sanıyor, John da bu durumu değiştirecek bir şey söylemiyor ve zorunlu bir iş ilişkisine girmiş oluyorlar. Tabi misafir odasına da yerleşiyor John.

Evde ikisi var, gün boyu beraberler... Aklınıza ne olacağı geliyor mu? Evet birbirleriyle yararlı bir arkadaşlık kurmaya karar veriyorlar. Bir de Edie'nin elinden düşürmediği aşk romanları sayesinde bir hayli canlı ve eğlenceli vakit geçiriyorlar... Nasıl mı? O gece hangi kitap seçildiyse onun seçilen sahnesinin rollerine bürünüyor çiftimiz. Role-playing işinin dibine vuruyorlar anlayacağınız. John da bu kızı bulmam bir mucize diye düşünmeye başlıyor ama bir sorun var: Edie kesinlikle çiftlikten ayrılıp büyük bir şehre yerleşmeyecek, John da aynı şekilde büyük şehirdeki hayallerini bırakıp çiftliğe geri dönmeyi istemeyecek.

Yazarın ilk kitabı değil, diğer kitapları da gayet sevilmiş, puanları güzel kitaplar. Onlara da bir ara şans verebilirim diye düşünüyorum. Kitabı sevmemdeki asıl etken saklanan sırların kitabın sonlarında çıkmaması. Böyle bomba bırakıp biten kitapları pek sevmiyorum. Çiftin ilişkisi de güzel, sevimliler, seviyorsunuz kesinlikle. Ayrıca sonu da çok sevimli.

Kitaba başlarken tek bir kitap olduğunu düşünüyordum. Kitabın sonunda ise devam kitabının 2015 bahar aylarında çıkacağını gördüm. İkinci kitabın adı "The Anchor" ve çiftin arkadaşları Parker ve Nikki'nin hikayesini anlatacak. Kesinlikle okunacaklar listemde.







33. ÜKG Blog Turu: Monogram Cinayetleri | Sophie Hannah (Agatha Christie's Hercule Poirot)

$
0
0






Daha sonra, gecenin ilerleyen saatlerinde Poirot, lüks Bloxham Otel'de üç kişinin cinayete kurban gittiklerini öğrenir. Üç maktulün de ağızlarında üzerinde aynı monogramın bulunduğu birer kol düğmesi bulunmuştur. Acaba bu cinayetlerin korkudan deliye dönmüş kadınla bir ilgisi var mıdır? Poirot bu garip bulmacanın parçalarını bir araya getirmeye çalışırken, katil başka bir otel odasında dördüncü cinayetini işlemeye hazırlanmaktadır.

Uluslararası büyük bir üne sahip olan yazar Sophie Hannah'nın Agatha Christie Vakfı'nın onayıyla kaleme aldığı Monogram Cinayetleri'nde, ancak Belçikalı ünlü dedektif Hercule Poirot'nun çözebileceği şeytani bir planla karşılaşacaksınız.

"Sophie Hannah'nın büyükannemin eserlerine duyduğu büyük hayranlık öylesine güçlü ki, kurguladığı bu eseri okuyunca, yeni bir Christie'nin doğması gerektiğine karar verdik."

-MATHEW PRICHARD, Agatha Christie'nin torunu

"Bu harika bir ziyafet: Gerilimlerle dolu, şeytansı muzipliklerle sarmalanmış ve Hercule Poirot ile tatlandırılmış harika bir romanı. Bir köşeye kurulup tadını çıkardım."
-TANA FRENCH, New York Times çok satan The Secret Place adlı eserin yazarı-


Agatha Christie her zaman en sevdiğim yazarlar listesinde olacak biri. Kolay kolay yerinin doldurulabileceğini düşünmediğim biri. Her zaman zekasına hayranlık duyacağım, keşke daha da yaşasaydı diyebileceğim biri. O yüzden Monogram Cinayetleri'nde kendimce biraz şüphe duydum. Yazar Agatha Christie olmayınca Hercule Poirot yine her zamanki gibi mi olacaktı?

Bu sorunun cevabını kitabın başlarında anladım: Hayır. Yine küçük gri hücrelerini kullanıyor, yine aşırı derecede bıyığına takıntılı, yine ona Fransız diyenlere gıcık oluyor ama bu sefer biraz daha kibirli ve ukala. İyi de o her zaman öyleydi diyecekseniz, hayır bu kadar da değildi diyebilirim.


Poirot'ya bu davada yardım eden kişi Scotland Yard dedektifi Edward Catchpool. Edward için olayın başından itibaren Poirot'nun peşinde dolanmaktan başka yapacağı bir şey yok, çünkü kendi kendine çözmesi imkansız bence. İnatla hiçbir tersliğe adam akıllı dikkat etmemesi sizi boğuyor ve yetersizliğini gösteriyor. E Hastings de çok iyi çözmezdi ama bundan iyiydi orası kesin. (Poirot'nun bir yerde Hastings'i anması seride unutulmadığını görüp sevinmemi sağladı.)

Dava garip. Üç ceset üç farklı odada bulunuyor ve kurbanların ortak özelliklerinden otelde bir katil olduğunu düşünüyorlar en başta. Ama bir süre sonra üçünün de ortak geçmişi olduğu ortaya çıkınca dava derinleşiyor. Kendilerini küçük bir kasabanın geçmişindeki iğrenç bir olayı soruştururken buluyorlar. 15 yıl önce bir rahip ve karısının ölümü ile başlayan olaylar zinciri Londra'ya kadar ulaşıyor ve tüm olayda bir gariplik var ve neredeyse herkes suçlu. Ama katil kim? 


Açıkçası bir hayli detaylı ve uzun bir roman. Yazar da röportajında yüzlerce sayfa not aldığını yazmış kenara, yani ancak öyle yapınca çıkardı bu kadar detaylı bir şey bence de. Normal Agatha kitaplarının iki katı kadar uzun, o yüzden de olay biraz yavaş ilerliyor ama durum garip orası kesin. Her Poirot kitabı bir türlü çözemediğiniz şeylerle doludur zaten, bu da aynen o şekil.

Bir daha yeni romanı olmayacak diye oturup ağlamak istediğim zamanlar olmuştu. Belki bir Agatha değil ama yine de yeni romanlarının yazılabilecek olması beni bir nevi yatıştırmayı başardı. Benim için gelmiş geçmiş en iyi dedektif olduğu için yeri apayrı. Eğer benim gibi özleyenlerdenseniz, hepsini okudum şimdi ne yapacağım diye düşünüyorsanız bu kitap size gayet iyi gelebilir.






Kitap Yorumu ve Seri İnceleme #3: Rosemary Beach | Abbi Glines

$
0
0


Seri inceleme yazılarıma devam ediyorum. Açıkçası Rosemary Beach kitaplarına toplu yazmak şart bence, çünkü herkes her kitapta var. Bir de bir sürü kitabı var şimdi, yazar da yazmaya devam ediyor, dehşet olaylar, aşklar, dramalar vs. ile geçiyor zaten; yani kısacası genel bir yazı çok daha iyi. Ama genel olduğu için de spoiler yeme ihtimaliniz yüksek.


Rosemary Beach şu an üç ana seriye bölünebilir bir mega seri. Aslında her şey Fallen Too Far ile başladı. Rush ve Blaire'in hikayesine bayıldık, dramalarına katlandık, devam kitaplarını dört gözle bekledik. Aslında sonra ne oldu da bu kadar uzadı anlayamadık :P Rush ve Blaire güzel bir çift, güzel bir hikaye de anlatılıyor. Adeta bir Yalan Rüzgarı havasına "yok artık" diyebilecek raddede geçiyor kitaplar. Never Too Far ve Forever Too Far ile aslında seriyi tamamladık ama sonra yazar Rush Too Far ile bir de Rush'ın ağzından anlattı ilk kitabı. Bu son söylediğimi okumadım, çünkü o kadar kitaptan sonra bir daha başa dönemedim. O kadar kitap da Perfection ve Chance kitapları yani. Kısacası çok çok sonra geldi, gelmeyebilirdi. Peki Rush ve Blaire'in hikayesi nasıl?

Blaire annesinin ölümünden sonra görüşmediği babasının yanına taşınmak zorunda kalıyor. Aslında babası onları terk ettikten sonra çok zor zamanlar geçirmiş annesiyle, o yüzden de babasına bir hayli sinirli. Babasının evlendiği kadının ise iki çocuğu var: Rush ve Nan. Rush tam bir züppe, her gece farklı bir kızla takılan, sülalesi rahat bir çocuk. Blaire'e de aslında bir hayli sinirli ama nedenini hemen öğrenemiyorsunuz. Nan ise biç karakterlerin önde gideni, sopayla dövülesi, saçı başı yolunası, kafası duvara sürtülesi biri açıkçası. Serinin her kitabında sorun çıkarıyor anlayın artık. Kendince sorunları olan bu karakterin babası aynı zamanda Blaire'in de babası. Ama Blaire ile Rush'ın bir bağlantısı yok. Aslında Nan'in ebeveynlerinde de bir karışıklık çıkacak sonrasında. (Baştan söylemek gerek sanırım, bu seride herkes üvey kardeş. Aşağıda açıklayacağım.)


Okumamın üzerinden çok zaman geçtiği için detayları hatırlayamıyorum ama kandırıldığını öğrenen Blaire evden çekip gidiyor. Rush'ın aslında sandığı biri olmadığını düşünüp kaçan Blaire'i yana yakıla arayan Rush oluyor. Aslında ikilinin hayatı çok önemli bir gelişmeye değişiyor, spoiler geliyoooor, Blaire hamile. Son kitapta doğuruyor ve "yaaaa yerim" ifadesiyle karakterlerin değişimlerini okuyorsunuz. Too Far için bu kadar bilgi yeterli. Bence serinin en güzel çifti, onu da söyleyeyim.

İkinci serimiz Perfection adı altında, çiftimiz de Woods ile Della. Woods şehir kulübünün sahibinin oğlu ve Rush'ın iyi bir arkadaşı. Della da benzinlikte tanıştığı bir kız. Yeni bir hayata başlamaya kararlı olan Della, Woods'un sahip olduğu kulüp restoranında işe başlıyor ama tahmin edersiniz ki birbirlerini görmezden gelemiyorlar. Bu serideki drama ise Woods'un babasının kızı istememesi. Kendi standartlarına göre etkili bir aileden gelen bir kızla arasını yapmak isteyen gıcık baba serinin ilk kitabının sonunda ölüyor ve beklemediği bir sorumluluk Woods'un omuzlarında kalıyor. Hatta bu pis baba Della'yı kasabadan attıracak kadar ileri gidiyor. Serinin iki kitabı var: Twisted Perfection ve Simple Perfection. Sıralama olarak Twisted Perfection, Forever Too Far'dan önce çıkıyor aslında. Bu seride ilk kitaplardan beri tanıdığımız bir karakterin de kaybını yaşıyoruz ve göğsümüze taş oturuyor adeta. 

Üçüncü serimiz Rush'ın kan bağı olmayan kardeşi Grant'in hikayesi. Kızımız Harlow ise Nan'in üvey kardeşi. Evet burada bir wtf? dediğinizi duyar gibi oldum. Size çizdiğim şemanın belki bir yardımı olur çünkü herkes birinin annesi ya da babasıyla evlenip durmuş. 


Evet şemayı oturup dikkatlice izlemek gerekiyor bir süre. Sonra da her şeyin Nan ile ilgili olduğunu görüyorsunuz tabi ki :P Rush'ın babası Dean Finlay bir rock grubunda. Aynı grupta bir de Kiro var. İşte Kiro zamanında Emily isimli bir kıza delice aşık olmuş  ve kızları Harlow doğmuş. Harlow doğuştan kalp problemi olan bir kız. Grant ise Rush'un hem yakın arkadaşı hem de kardeşi diyebiliriz. Ayrıca Grant'in bir de biç kardeş Nan ile ilişkisi vardı geçmişte ki bu yüzden onu kınım kınım kınıyoruz. Nihayet Nan yine kendini gösteriyor ve aralarındaki şey tamamen bitince gözleri Harlow'a dönüyor. Harlow melek kardeşken Nan şeytan kardeş diyebiliriz. Harlow'un bu masumluğuna ve güzelliğine vurulan Grant için Harlow'u elde etmek zor oluyor. Sevdiklerini kaybetme fobisi olduğu için de Harlow'un hasta olduğunu çok sonra öğrenmek onda tam bir şok etkisi gösteriyor ve büyük öküzlük ediyor Harlow'a. Ama burada bir nevi tarih tekerrür ediyor çünkü Harlow da hamile. Ama kalbi sorunlu olduğu için bu hamilelik Harlow'u öldürebilir. Grant'in tek yapabileceği ise böyle olmaması için sürekli dua etmesi ve tetikte olması. Bu serinin de iki kitabı var: Take a Chance ve One More Chance. 

Şemada Jace, Tripp, Bethy üçgeni var bir de kenarda fark ettiyseniz. Bethy ve Jace, Too Far serisinden beri çift ama işte bu ilişkinin sonu çok acı. Tripp ise Bethy'nin yıllar önce bir şeyler yaşadığı kaçak kuzen. Aralarında ne olmuş hala bilmiyoruz ama kitapları yakında - Aralık ayında - gelecek ve biz de öğreneceğiz. Şu an fark ettim ki serinin 9. kitabı olacak olan You Were Mine bu çiftin tek kitabı değilmiş. Arkasından gelecek olan When I'm Gone ile de ikilenip bitecek anlaşılan. Nedense tek kitapta kalamıyor yazar. When I'm Gone kitabının Mase'in hikayesi olduğunu sanıyordum ama değilmiş. Ona da yazar zaten sorun yok, seriden kesinlikle ayrılamıyor. Mase ise Harlow ve Nan'in üvey kardeşi. Annesi ve üvey babası ile çiftlikte hayatını sürdürüyor. Harlow'u çok seviyor ve ona bir şey olmasından ölesiye korkuyor Chance serisinde. 


Seride bir de 10.5 novellası var: Kiro's Emily. Yani geçmişe dönüp Kiro'nun bu Emily'i neden bu kadar çok sevdiğini anlayacağız ve de okurken kesin ağlayacağız. Rosemary Beach yandan ve eskiden gelen hikayelerle uzun süre devam edecek gibi. Mase'in bir kuzeni daha var sanırım ona da yazar bir kitap. Asıl bomba ise uzun süre bizi deli eden Nan'in iyileşme belirtileri göstermesi One More Chance kitabında. Korkarak belirtiyorum ki ona da kitap gelebilir (-_-)

Anlayacağınız seri BİR SÜRÜ hikayeden oluşuyor ve bir bu kadarına daha gebe. Artık tamamlanması kaç yılı bulur bilemiyorum ama ben çıktıkça okumaya kararlıyım. Bu kadar yol gelmişim az mı yani? Siz de bu seriye dalmayı düşünüyorsanız bir daha düşünebilirsiniz, malum her şey karışık. Bir başka seri incelemesinde görüşmek üzere. 

PS: Bu arada Rosemary Beach gerçek bir mekan. Florida'da bulunan bu yerin resimlerine bakabilirsiniz.


Tanıtım: On Küçük Nefes | K.A. Tucker

$
0
0
Yine uzun süredir listemde olan bir kitap Ten Tiny Breaths. Ve iki hafta sonra yayınlanacak olduğunu duymak beni inanılmaz sevindirdi. Okuyan hemen hemen herkesin bayıldığı bu kitaba bir şans vermek gerek diye düşünüyorum.


Yayın Markası: Hyperion
Dizisi:Romantik
Türü:Roman
Yazan:K.A. Tucker
Çevirmen:Belgin Selen Haktanır
Editör:Öykü Özer
Kapak:Ali H. Bulut
Sayfa:290
Orijinal Adı:Ten TinyBreaths
Boyut:21 x 13,5cm
Kağıt:2. Hamur
İlk Baskı:Ekim 2014
ISBN:978-605-5002-05-3
Fiyatı:16,00.-TL

Baskı:Ana Basın Yayın A.Ş.


Sadece nefes al Kacey. On küçük nefes. İçinde Tut. Hisset. Sev.

Dört sene önce sarhoş bir sürücünün neden olduğu trafik kazasında annesiyle babasını, erkek arkadaşını ve en yakın kız arkadaşını kaybeden Kacey Cleary'nin hayatı yerle bir olmuştu. Hâlâ kazadan sonra arabanın içinde sıkıştığını anı ve annesinin son kez aldığı nefesi hatırlayan Kacey, geçmişini geride bırakmak istiyordu. İki otobüs bileti alan Kacey ve on beş yaşındaki kız kardeşi Livie, hayatlarına yeniden başlamak üzere Michigan'dan kaçıp, Miami'ye gelmişlerdi. İlk başlarda, geçim sıkıntısı çektikleri hâlde, Kacey endişeli değildi. Her şeyin üstesinden gelebileceğini düşünüyordu. Tek istisna, 1D dairesindeki gizemli komşularıydı.

Alev alev yanan mavi gözleri, derin gamzeleri ve kusursuz bedeniyle Trent Emerson, iyi çocuk ve kötü adam arasındaki karşı koyulmaz çizgiyi temsil ediyordu. Trajik geçmişinden sonra katı bir mizaç geliştiren Kacey, herkesi kendinden uzak tutmaya kararlı olsa da ikisi arasındaki karşılıklı çekime dayanmak çok güçtü. Trent ise Kacey'nin herkese kapattığı kalbine girmek için her şeyi yapabilirdi... Her ikisinin dünyasını paramparça edecek müthiş bir sırrı açıklaması gerekse bile.


Kitap Yorumu: Echoes of Scotland Street | Samantha Young (On Dublin Street, #5)

$
0
0
İsim: Echoes of Scotland Street
Yazar: Samantha Young
Yayınevi: NAL
Sayfa: 384
Türkçe edisyon: Henüz yok.




Shannon MacLeod has always gone for the wrong type of man. After she drifted from one toxic relationship to the next, her last boyfriend gave her a wakeup call in the worst possible way. With her world shattered, she’s sworn off men—especially those of the bad-boy variety.

Cole Walker is exactly the sort that Shannon wants to avoid—gorgeous, tattooed, charming, and cocky. But his rough exterior hides a good man who’s ready to find “the one.” He’s determined to pull Shannon from her self-imposed solitude and win her heart.

As Shannon opens up in the face of Cole’s steady devotion, the passion between them ignites to blazing levels. But when Shannon’s past comes back to haunt her, her fears may destroy the trust Cole has built between them—and tear them apart for good…

Biz hala ikinci kitabın bizde çıkmasını beklerken, Samantha serinin 5. kitabı Echoes of Scotland Street'i ekim ayında yayınladı. Ben de tabi zaman kaybetmeden okumaya başladım. İkinci kitapta tanıyıp sevdiğimiz Cole'un büyüyüp serpildiği hikayesini okumak için sabırsızlanıyordum diyebilirim.

Bir önceki kitapta Hannah'nın hikayesini okumuştuk ve Cole orada bir sonraki kitap için ipuçları veriyordu zaten. Serinin başlangıcından bu yana bir sürü sene geçti ve neredeyse hepsi çoluk çocuğa karıştı. Hannah da bu kitapta ikinci çocuğuna hamile hatta. Cole ise eniştesi Cam'in yardımıyla çizim konusunda ustalaştı ve en ünlü dövme sanatçılarından biri oldu. Shannon ise bu dövmecide sekreter olarak işe başvuran bir kız.

Yalnız ilk tanışmaları dövmecide olmuyor. Aslında ikili 15 yaşındayken Edinburgh dolaylarında birbirlerinden bir hayli etkilendikleri bir karşılaşma yaşıyorlar. Ama seneler boyunca bir daha rastlamayan çiftimizin tekrar karşılaşması da işte kaderin bu garip cilvesiyle oluyor. Ama Shannon kötü çocuklardan o kadar çok yara almış ki, Cole'u görür görmez onun da öyle biri olduğuna karar verip aralarında oluşabilecek her şeyi en baştan berbat ediyor. Tabi ne kadar haksız davrandığını bir süre sonra anlıyor ve tek amacı aralarını düzeltmek oluyor.

Kitabın dramaları çok. Shannon'un eski sevgilisi ile yaşadıkları ve bu yüzden abisinin başına gelenler sizi hem üzüyor hem sinirlendiriyor. Cole canım ise her zaman kızın yanında, destek veriyor; ta ki gereksiz ailesi işin içine girene kadar. Ama güzel bir final yapıyor diyebiliriz.

Ben yine bir hayli sevdim, zaten bu seri için ne yazdıysa her şeyi okudum o kadar seviyorum seriyi. Keşke bizde de daha hızlı çıksa, siz de en yakın zamandan bu güzel insanları okuyabilseniz... Ayrıca 6. bir kitap daha olacak ve o da Shannon'un abisi Logan hakkında! Kitabı okurken içten içe umut ediyordum ki yazarın açıkladığını gördüm. Kısmetse onu da yaza doğru okuyacağız gibi :)


ÜKG Blog Turu: Dublin Caddesi ve Novellalar - #1, 1.1, 1.5
Down London Road #2
Castle Hill (#2.5)
Before Jamaica Lane #3

Kitap Yorumu: Aşkın Müziği | Kylie Scott (Stage Dive, #1)

$
0
0
Orijinal adı: Lick
Yazar: Kylie Scott
Yayınevi: Yabancı Yayınları
Sayfa: 318





Aşk, Seks ve Rock'N'Roll
Vegas’ta geçireceği gecenin sabahını hiç de böyle planlamamıştı…
Evelyn Thomas’ın yirmi birinci doğum gününü Las Vegas’ta kutlamak gibi büyük planları vardı. Ama kesinlikle akşamdan kalma bir halde banyo zemininde uyanmak, otel odasında son derece yakışıklı ve dövmeli yarı çıplak bir adamın varlığı ve parmağında King Kong’u korkutabilecek boyutta bir yüzük bu planlar arasında değildi.

Bir de tüm bunların nasıl olduğunu bir hatırlayabilseydi…

Aşkın Müziği'ni okumak için Türkçesini beklemem gerekiyormuş sanırım. Bizdeki kapağı gibi orijinal kapağı kendine çeken ilk faktördü benim için (şaşırmadınız). Bir de müzik gruplarını anlatan serileri seviyorum ben, o yüzden de okunacaklar arasındaydı ama uzun süredir de orada bekliyordu. Kısacası iyi oldu bizde çıkması.

Yabancı bu ara birçok güzel kitap hazırlıyor, Lick de onlar arasında en çok beklediklerimdendi. Konu klişe ama yine de okuması eğlenceli, olay akışı da sıkmıyor. Evelyn Vegas'ta bir otel odasında uyanıyor, dün geceye ait hiçbir şeyi hatırlamıyor ama odadaki dövmeli yakışıklı evli olduklarını söyleyince çocuğun üstüne kusuyor! Tam olarak üstüne değil ama böyle bir anlam da çıkmıyor değil. Evelyn'in hiçbir şey hatırlayamaması oğlanı çok bozsa da yaptıklarını hata olduğuna karar verip boşanma evraklarıyla ilgilenmeye başlayalım diyorlar. Tabi paparazzi ordusu yüzünden Los Angeles'ta tıkılıp kalıyorlar ve yalnız kalmaya karar veriyorlar. İşte her şey bundan sonra değişiyor.


Evelyn ve David evli kalmaya devam ediyorlar, aralarındaki ilişki biraz daha gelişiyor ama hala kızımız düğün gecesini hiç hatırlayamıyor. Yalnızken her şey iyi ama ne zaman David'in ünlü oluşu işin içine girse rahatsız olduğunu hissediyor Evelyn. Tüm bu hengameye sürekli dayanabileceğinden emin değil. İşin içine bir de David'in sırları girince Evelyn bu işin yürümeyeceğini anlayıp kaçıyor.

Her kitapta görülebilecek unsurlar olsa dahi, ben Aşkın Müziği'ni okurken hiç sıkılmadım. Rock gruplarına zaafım var kabul ediyorum ama yine de hoş zaman geçirten, rahat bir kitap yazmış Kylie Scott. Serinin diğer kitapları, grubun diğer elemanlarını anlatıyor ve şimdiden diğer kitaplar da okunacak listemde yerlerini aldılar.



Viewing all 453 articles
Browse latest View live