Quantcast
Channel: Kitap Esintisi
Viewing all 453 articles
Browse latest View live

26. ÜKG Blog Turu: Daima Aşk | Sandi Lynn (Daima, #1)

$
0
0

ÜKG'nin bu turu çok çok özel. Çünküüüü kitabın çevirmeni sevgili Romancekolik :) E haliyle, turu bizde olmasa şaşırırdınız değil mi?



Orijinal adı: Forever Black
Yazar: Sandi Lynn
Yayınevi: Elf
Sayfa: 366




Ellery, sevgilisi ile New York'a taşındığında küçük evlerinde sonsuza kadar mutlu yaşayacaklarını düşünmüştü. Sevgilisinin pılını pırtını toplayıp "biraz zamana ihtiyacı" olduğu için onu terk edeceğini düşünmemişti. Ellery, tek kaldığından ve yalnız olmaktan korktuğundan kendini sanatına ve resimlerini gömmüştü... ta ki bir gece gizemli, sarhoş bir yabancının evine sağ salim gitmesine yardım edene dek. Bu gizemli yabancının CEO ve milyoner Connor Black'ten başkası olmadığını bilemezdi.
Connor Black ertesi sabah Ellery'yi kendi mutfağında bulduğunda ve onun yatıya kalanlar hakkındaki ilk kuralını bozduğunu sandığında Ellery'nin sadece inatçılığı ve meydan okuması değil, iyi yüreği de ilgisini cezbetmişti. Connor Black, duygusal olarak yıkılmış ve yıpranmıştı, yaşadığı kişisel bir trajediden dolayı asla sevmemeye ve aşık olmamaya yemin etmişti... ta ki Ellery Lane kazayla hayatına girene dek.

Görüşmeye başladıktan ve Ellery ona kendi dünyasını gösterdikten sonra Connor bir şey hissetmeye ve daha önce varlığından bile habersiz olduğu duygular hissetmeye başlar. Connor Black ve onun kadınları kötüye kullandığına dair söylentilere ve uyarılara rağmen Ellery kendini onun dünyasına çekilirken bulur. Ellery asla birlikte olamayacaklarını biliyordur çünkü Connor'ı sonsuza dek duygusal olarak yok edebilecek derin bir sır saklıyordur. Connor ve Ellery'nin cesaret, sevgi ve güç yolculuğunda onlara katılın. Bunlar onları kurtarmaya yetecek mi?


Daima Aşk, uslanmaz ve evlenmeyi düşünmeyen milyarder CEO'ların gerçek aşkı buldukları kitaplardan. Evet, şaşırmadınız. Kızımız Ellery yıllardır çıktığı sevgilisiyle aynı eve taşınır ama malesef terk edilir. Hepten içine kapanan Ellery gittiği barda hayatının değişeceğini bilmemektedir. Önce karşısındaki kadından tokadı yiyen bu adamı görür, eğlenir tabi bir hayli. Ama bardan çıkarken bu adamın zil zurna sarhoş olduğunu görür ve onu evine götürüp yatağına yatıracak kadar da yardım etmeye karar verir. Ama ertesi sabah Connor Black onu kendi mutfağında görüp "kurallarımı dinlemedin mi" muhabbetine başlar. Ama aslında bu güzel kadın onu bir hayli etkilemiştir. O yüzden sapık gibi peşine takılır.


Ellery sevimli, cana yakın ama biraz da saf bir kız bence. O yüzden Connor'un her yerde karşısına çıkması, onu yemeğe felan davet etmesi onu sinirlendirmez. Sadece onu kontrol etmeye çalıştığında biraz şalterleri atar. Connor'un düz mantığı Ellery'nin sahilde oturmaktan, dondurma yemekten, yürümekten ya da Central Park'ta oturup insanları çizmesinden neden zevk aldığını anlayamaz. Ama zaten bu küçük tuhaflıklarına vurulduğunu çok geç keşfeder.

Ne yazık ki Ellery çok mühim bir şeyi ondan saklamaktadır ve Connor bunu öğrendiğinde feci derecede aldatıldığını düşünecektir. Yani söylesem mi söylemesem mi diye düşündüm ama yayınevi kendi alıntılarında paylaşmıştı, o yüzden ben de söylesem bir şey olmaz heralde: Ellery annesinin kötü kanser genlerini malesef almış. Ve ne yazık ki kanseri tekrar tetiklenmiş bir halde. Klasik kemoterapi tedavisine başlasa da Connor'dan ve her şeyden uzaklaşıp alternatif bir tedavi geliştiren bir kliniğe kaydoluyor. Birbirlerini kaybetmekten korkan bu ikili birçok badire atlattıktan sonra güzel bir epilog ile de kitap bitiyor. Epilog tam benlik hele.


Sonraki kitaplarda neler var peki?
Hızımı alamayıp sonraki iki kitabı da orijinalinden okuduğumu söylemem gerek. Seri toplam 4 kitap ama 3 ile 4 arasında kısa bir 3.5 kitabı da var. İkinci kitap Forever You, bütün olayların Connor'ın gözünden anlatılması. Sadece son kısımdaki epilog farklı ve biraz daha uzun. Üçüncü kitap Forever Us ise kapağından da anlaşılacağı gibi çiftimizin ebeveynliği yaşayacakları kitap oluyor. Bunun epilogu da çok çok tatlı kesinlikle. Kitabın başında bebek olan Julia'nın düğününde Connor'ın yaşadığı hüznü okuyoruz. Zaman skalası o kadar geniş yani.



Serinin 3.5 kitabı ise Being Julia. Aslında büyüdükçe ailesinin nasıl burnundan getirdiğinin kısa bir özeti anladığım kadarıyla. Serinin 4. kitabı da Collin. Collin kim derseniz ailenin ikinci çocuğu. Yani Black şirketlerinin gelecekteki CEO'su. Babasının oğlu örneğini yaşayacağımıza eminim kitapta. Eğer yazar hızını alamaz bir de torunları yazarsa lütfen dur şeklinde bir mail atabilirim. Evet yapabilirim. Kısacası seri örneklerinden çok farklı değil ama yine de türü sevenler için güzel bir seri.










Kitap Yorumu: Fall From India Place | Samantha Young (On Dublin Street, #1)

$
0
0
Kitap adı: Fall From India Place
Yazar: Samantha Young
Yayınevi: NAL
Sayfa: 294



The New York Times bestselling author of On Dublin Street and Down London Road returns with a story about letting go of the past and learning to trust in the future…

When Hannah Nichols last saw Marco D’Alessandro, five long years ago, he broke her heart. The bad boy with a hidden sweet side was the only guy Hannah ever loved—and the only man she’s ever been with. After one intense night of giving into temptation, Marco took off, leaving Scotland and Hannah behind. Shattered by the consequences of their night together, Hannah has never truly moved on.

Leaving Hannah was the biggest mistake of Marco’s life, something he has deeply regretted for years. So when fate reunites them, he refuses to let her go without a fight. Determined to make her his, Marco pursues Hannah, reminding her of all the reasons they’re meant to be together.…

But just when Marco thinks they’re committed to a future together, Hannah makes a discovery that unearths the secret pain she’s been hiding from him, a secret that could tear them apart before they have a real chance to start over again…




Fall From India Place benim beklediğim bir kitaptı. İmkanlarım el veremediği için bir süre bitirdiğim gibi yorumunu yazamadım, yoksa çok çok önce güzel bir yorum çıkarmış olurdum. Şimdi üstünden biraz zaman geçtiği için biraz eksik bir yorum olabilir, baştan söyleyeyim.

İlk kitap Braden ve Jocelyn'in hikayesiydi, aynı zamanda Adam ve Ellie hikayesinin de ana hatlarını öğrenmiştik. İkinci kitap Jo ve Cam kitabıydı, üçüncüde ise Lizzie ile Nathan'ın hikayesini okuduk. Biraz etraftaki karakterleri gezdik, bu arada Hannah büyüdü ve kitabı olma şerefine erişti.

Hannah; Braden ve Ellie'nin kitap kurdu küçük kız kardeşleriydi hatırlarsanız. Bu kitapta ise 21 yaşlarına gelmiş, hatta yıllar önce aşk acısı bile çekmiş. Marco'yu unutmayı tam başarmışken bulduğu bir fotoğraf onu eski günlere götürüyor bir anda. Bir de gittiği düğünde dan diye Marco ile karşılaşmıyor mu? Tabi Marco da yıllarca onu unutamamış ama Hannah her ne kadar onunla olmak istese de terk edilmekten çok korktuğu için Marco'ya yanaşmak istemiyor haliyle. Ayrıca her ikisinin de birbirlerine söylemesi gereken büyük şeyler var daha. Özellikle Hannah'nın salaklığı çifti uğraştıracak bu sefer, genelde hödük erkektir ama bu kitapta değil.

Dublin Caddesi hala serinin en güzel kitabı orası kesin. Bradeeen diye bağrışınızı duyar gibiyim :P İkinci ve üçüncü kitap nispeten daha uzak karakterleri anlattığı için bence yanaşamadı ilk kitaba ama Hannah da öyle ahım şahım değil. Tabi yine de seriyi sevenlere - mesela ben gibi - güzel bir dönüş ve deeee güzel bir aile saadeti sunuyor. Ne demek istiyorum? Önceki kitaplarımızda tanıdığımız tüm çiftlerin en az iki çocukları var! Sürekli kim kimin çocuğuydu ben karıştırdım. Öyle herkesi çocuklarla görmek de bir garip geliyor en başta, orası kesin. Keşke biraz daha öncesini görebilseydik, ben hala Braden ile Joss'un ilk çocuklarına novella gelmesi gerektiğini düşünüyorum ama öyle bir icraat yok -_-

Neyse efendim, seri bitti mi diye soracak olursanız cevabımız tabi ki hayır. Hafızanızı yoklarsanız birinin daha kitabı olması gerek diye düşünebilirsiniz. Evet, Nathan. Bu arkadaşımız da çocukluktan çıkıp serpildiği için bir kitabı hak ediyor. Ben tabi ki o kitabı da çıktığı gibi okumayı düşünüyorum :)




Kitap Yorumu: Vital Sign | J.L. Mac

$
0
0
Kitap adı: Vital Sign
Yazar: J.L. Mac
Yayınevi: Createspace
Sayfa: 257



Sadie sets out on a journey to healing without knowing that things will get far worse before they get better. Despite her general indifference to organ donation, she finds herself on a journey to seek out the only people who benefited from her husband’s tragic death.

Resentment runs rampant as she meets the thriving organ recipients. Anger and jealousy spiral, sending the delicate structure of Sadie’s emotions into a tailspin.

Alexander McBride got a second chance—one that he didn’t necessarily want. Alexander is a game changer for Sadie. She hates him for his health but can’t help feeling at home in his presence. He soothes her grief in a way that is intoxicating, addictive even.

The heart that once fell in love with her now resides in Alexander McBride’s chest. It’s a circumstance that forces her to wage an internal war fueled by grief, anger, guilt, love, lust, and loyalty.

Sadie must discover the things that are vital to going on with her life if she has any hope of finding her way through the all-consuming grief that dominates every waking moment.


Vital Sign, kocası gözleri önünde öldürülen Sadie'nin iyileşme yolculuğunu anlatıyor bize. İki yıl önce eve giren biri kendisini vururken polis memuru olan kocasını da öldürüp kaçmıştır ve akıbeti hala anlaşılamamıştır olayın. Üzerinden iki yıl geçmesine rağmen Sadie geçmişten bir türlü kopamamış, özellikle kocası Jake'in ölümünü hazmedememiş. Hala kıyafetleri dolapta asılı, son çıkardığı çamaşırlar yıkanmamış bir halde çamaşır sepetinde, telefon hattı hala açık ve bizim kızımız sürekli Jake'in telesekreterine mesaj bırakıyor kendini kaybettikçe. Anlayacağınız hastalıklı bir ruh halinde Sadie.

Ailesi de bu durumdan rahatsız. Çünkü Sadie sürekli ters bir ruh halinde, hiçbir şeye istek göstermiyor, duygusal hareketlere girmiyor vs. Terapistini de tınlamıyor ve iyileşmek istemiyor adeta. Ailesi de ne yaparsa yapsın bir türlü yardım edemiyorlar kızlarına.

Kocası Jake öldükten sonra organlarını bağışlıyor Sadie. İşte ailesi de bağışlanan organlar ile hayatları kurtulan insanlarla yüz yüze görüşmesini sağlıyorlar. Belki Jake'in sayesinde ikinci bir şans edinen bu insanlar onun düzelmesine yardım edebilir. Ama Sadie daha en baştan onlardan nefret etmeye meyilli. Jake ölmüşken onlar yaşamış banane modunda. İlk tanışması bir hayli depresif geçse de kalp nakli yaşayan Alexander McBride bütün dünyasını ters yüz ediyor.

Alexander McBride isimli birine kalbin nakledildi. Onunla yakında buluşacağım. Şimdiden ondan nefret ediyorum. Bu beni deli mi yapar?

Alexander, nam-ı diğer Zander da tıpkı Sadie gibi yalnız. Sahil kenarındaki evde tek başına yaşıyor. Valinin oğlu olduğu için de aslında tanınan bir kişilik ama geçmişi sürekli partilerle, içip eğlenmekle geçtiği için kalp kasının kalınlaşması sonucu bedeni hata veriyor. Jake'in kalbini bir şekil bekleme listesinde tepeye çıkarak elde ediyor ama bu durumdan hiç memnun değil. İşte kurgunun garipliği burada: Bir zamanlar sevdiği adamın kalbine yeniden vuruluyor. Evet, aşağı yukarı durum böyle.

Mahvettim. Her şeyi mahvettim. İkiniz için de kalbimde yer yok. Keşke beni bulunduğun yerden duyabilseydin. 

Konusu bakımından ilginçti, başları biraz ağlaktı gerçi. Konuyu felan bilmeden başladım ama konuyu okumuş olsam yine direk atlardım orası kesin. Okurken sürekli organa mı aşık adama mı diye de düşündüm, çünkü o kalbe karşı tahmin edersiniz ki büyük bir ilgisi var. Böyle okuduğunuzda kızın iyileşmediğini düşünmeyin, sırf kalp onda diye aşık olmuyor tabi ki. Zander bence bir hayli götürüsü olan bir erkek, ayrıca kitap onun ağzından da birkaç bölüm içeriyor. Kısacası Zander'a duyduğunuz sempati zirve yapabilir. Konu ilginizi çektiyse yaşam bulgusu diye de çevirebileceğimiz bu kitaba dalabilirsiniz.

Jake'in kalbini almasına minnettar olarak parmağımı hafifçe göğsündeki yara üzerinde gezdirdim. İlk sevgilimin kalbi gelecekteki sevgilimin hayatını kurtarmıştı. Zander'ın burada benimle olmasından duyduğum rahatlık dışında bir şey hissetmiyordum. Naklin nasıl gerçekleştiğinin bir önemi yok, önemli olan tek şey Alexander McBride'ın burada benimle olması. 






27. ÜKG Blog Turu: Uçuşta | R.K. Lilley (In Flight, #1)

$
0
0

27. turumuzun konuğu erotik bir romans. Ayrıca bu tur Okyanus'un Sözleri yeni ÜKG kızı Melis'in de ilk turu olma özelliği taşıyor :D

Tur Programı
23.06 - Kitap Esintisi: Yorum
24.06 - Sevgili Kitap
24.06 - Kitap Hayvanının Günlüğü




Çekingen kabin memuru Bianca, milyarder otel sahibi James Cavendish'i gördüğünde zorlukla kazandığı bütün soğukkanlılığını kaybeder. Yüksek topuklu ayakkabıyla on bin metre yükseklikte şampanya tepsisini rahatça taşıyabilen bir kız için, ilk karşılaşmalarında dizlerinin bağının çözüldüğünü şaşkınlıkla fark etmiştir. Genelde soğukkanlı olan Bianca, James'in turkuaz gözlerine bakmaktan kendini alamaz. O gözlerde direnmenin imkânsız olduğu bir meydan okuma, bir vaat vardır. Oysa o, "hayır" demeye ve bunu gerçekten kastetmeye alışık bir kızdır.


Bianca, first classta görevli bir kabin memuru olarak süper modeller ve film yıldızlarıyla ilgilenmeye alışıktır ama James Cavendish, yakışıklılığıyla hepsini gölgede bırakmıştır. Aslında bu dehşet verici adam hakkında karşı konulamaz bulduğu tek şey görünüşü olsaydı, Bianca onu görmezden gelebilirdi. Ama aklını hiç olmadığı kadar başından alan şey, tanıştıkları andan itibaren Bianca'nın üzerinde kurduğu hâkimiyet ve onun gözlerinden okuduğu zevk ile acı vaadidir.


 Kabin memuru Bianca geçmişinde bir sürü acı çekmiş, yıllarca kimseye açılamamış, en yakın arkadaşı ve tek ailem dediği Stephan ile yıllardır yan yana büyümeye çalışmış bir kız. Genellikle business class kısmında çalışan Bianca, bir süredir aynı yolcunun onun uçuşlarında olduğunu ve sürekli onu izlediğini keşfeder. Tabi ki bu inatçı, uslanmaz, yakışıklı CEO James Cavendish'ten başkası değildir.

James Cavendish de gençliğinde bir sürü badire atlatmış. Bianca ise yeni itaatkarı olmaya en iyi aday. İtaatkarı evet çünkü Bay Cavendish yatak odasında işin bdsm kısmından hoşlanıyor. Yeri geldiğinde tabi ki yumuşak başlı bir aşık da olabiliyor. Tecrübesiz kızımız ise daha en başından James'in dünyasına istekli bir şekilde atlıyor.



Bianca'nın tek huzursuzluğu adamdan fazlaca hoşlanmaya başlaması. Hiçbir şekilde gerilmiyor, hatta geçmişini düşünürsek Bianca ile siz de bu duruma şaşıyorsunuz. James'in onunla sadece gizli saklı bir ilişkiye girmesi de canını sıkan başka bir etmen. Ama onun dışında bütün dünyası tepetaklak oluyor.

James Cavendish ise hiçbir kadına geçici heveslerden başka bir şey hissetmemiş ama gelin görün ki Bianca için deli oluyor. Kıskanıyor, istiyor, kısıtlıyor - tabi Bianca buna uymuyor - ve en sonunda imkansız gerçekleşiyor ve aşık oluyor. Evet tamam, buralar biraz tanıdık geliyor ama bu CEO biraz farklı bir CEO. Bianca'nın ressamlığına da vuruluyor. Gerçekten iyi bir yeteneği olan Bianca biraz çekiniyor, okula gitmemiş vs. ama yetenekli olduğunu da pek görememiş bunca zaman.

Bianca'nın geçmişi sorunlu demiştim ya, gerçekten olayın asıl iskeletini oluşturan bu şey bir hayli sert. Hayatı boyunca onu koruyup kollaması gereken kişiden deli cengiz bir kaçışı var Bianca'nın. Ama işte ufak bir hata bu sefer fiziksel olarak da dünyasını alt üst edecek ve siz de kitabın sonunda "yok artık" diyeceksiniz evet.

Klasik bir erotik romans gibi ilerlerken son sayfalara doğru elinizden kopamayan bir kitaba dönüşüyor Uçuşta. İşin içine biraz atraksiyon girince ben şahsen bırakamadım. Eğer türü sevmiyorsanız kesinlikle tavsiye etmem, çünkü o +18 ibaresi kesinlikle yerini hak ediyor kitabın arkasında. Her bölüm ile James Cavendish ile biraz daha tanıştığımız kitaba türün severleri koşabilir tabi ki :D







Kitap Yorumu: İlk Aşk | John Green

$
0
0
Orijinal adı: An Abundence of Katherines
Yazar: John Green
Yayınevi: Pegasus
Sayfa: 320



Konu ilişkiler oldu mu, Colin Singleton'ın tipi Katherine isimli kızlar… Ve konu Katherine isimli kızlar oldu mu, Colin her seferinde terk ediliyor. Tam sayı vermek gerekirse, on dokuz kere.
Bir yol macerasına atılan, evden kilometrelerce uzaktaki bu anagram âşığı, hali harap, üstün zekâlı gencin cebinde on bin dolar, peşinde kana susamış bir yaban domuzu ve hemen yanında televizyon bağımlısı, şişman dostu vardır… Ama bir tane bile Katherine yoktur.

Yarattığı formülle tüm romantik ilişkilerin geleceğini hesaplamayı uman Colin, Katherine Öngörülebilirliği Teoremi'ni ispatlamak için debelenmekte, tüm Terk Edilenler'in öcünü almanın ve sonunda kızı kapmanın peşindedir.

Aşk, dostluk ve ölü bir Avusturya-Macaristan arşidükü, insanın kendisini yeniden keşfetmesini konu alan bu çok katmanlı romana şaşırtıcı bir son ve sıcacık bir yön katıyor.

Okuduğum ikinci John Green kitabı, başlamamın nedeni de konusundaki gariplik. Çıktığı tüm kızların adı Katherine olan üstün zekalı bir çocuk var: Colin. 19 Katherine tarafından terk edilmiş ve bunun üzerine ilişkide kimin kimi ne zaman terk edeceğini ön görebileceği bir formül bulmaya kararlı. Gayet de matematiksel bir formül peşinde. Konu garip değil mi? İşte bu absürtlüğü yüzünden bu kadar sevdim diyebilirim.

En yakın arkadaşı Hasan, Colin'in bunalımdan çıkamadığını görünce bir yol macerasına atılma fikrini öne sürüyor ve kendilerini yollara vuruyorlar. Ama Tennessee civarlarında Franz Ferdinand'ın mezar tabelası onları yollarından ayırıyor ve aslında bir nevi yolculuk orada bitiyor. Çünkü o civarda çalışmaya başlıyor, yeni bir arkadaş olarak Linda Lee Wells ile tanışıyorlar ve bence günleri bir hayli eğlenceli geçiyor. Tabi Colin hala teoremi yazmaya kararlı.

Kitabı okurken o kadar çok güldüm ki ev hanesi bana cins cins bakmaya başladı. Çok saçma şeyler ama o kadar saçma oldukları için komik şeyler bunlar. Franz Ferdinand - bilmeyenler için 1. Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olan veliaht - kısmı bile komik. Ayrıca sayfa altlarındaki dipnot kısımları da bir hayli eğlendirici. Hasan ve Colin'in garip arkadaşlıkları ve karakterleri heralde temelde yatan komedi sebebi. İşin içine Linda'yı da biraz alınca hepten kırılıyorsunuz.

Ayrıca bence çevirmen de inanılmaz bir övgü hak ediyor burada. Bazı yerler vardı ki kesinlikle uydurmak için (baş harfleri sıralaması olarak) büyük bir emek gerekiyordu. Mükemmel başarmış Çiçek Eriş. Teşekkür ediyorum buradan. Ayrıca hiç sıkılmadan - zaten başından beri diyorum - bol bol kahkaha atarak okumamı sağlayan kişi de çevirmen tabi ki bir yerde.

Aynı Yıldızın Altında'da hüngür hüngür ağladım, bunda ise çok güldüm (bknz. ay başımıza bir şey gelecek). Gerçekten çok absürt, ama eğlenmeniz garanti. John Green'in kurguları zaten bir hayli farklı, okuduysanız bilirsiniz.

"Vay canına. İlk Lindsey'yim."
"İkinci Colin'im."
"Bayağı keyifliydi. Hadi tekrar deneyelim."
"Karşı çıkamayacağım."

Garip olaylar, garip ilişkiler, garip karakterler... Bir kere sevdiniz mi kitabı hızlıca okuyacağınız garanti. Ayrıca kitabın sonunda yazarın gerçekten matematik profesörü olan arkadaşından bir son söz var, kitaptaki matematiği biraz daha açıklıyor size. Daniel Biss isimli bu şahıs inatla kitaptaki karakterin kendisi olmadığını iddia ediyor ama bilemeyiz tabi :) İlginizi çektiyse sizi kitaba alalım.


Aynı Yıldızın Altında kitabına tur yapmıştık hatırlarsanız. Ona da bakmak isterseniz linke tıklayabilirsiniz.

AYRICA: Yorumbaz ile aynı anda yayınladık. Onun yorumuna da bakmak için Yorumbaz'ın sayfasına da bakabilirsiniz. 

ÜKG Kapak Tanıtımı: Her Şey Bitti Derken | Katja Millay

$
0
0



Bazen kurtuluş için aşkı seçmek gerekir...

Nastya tam 450 gündür konuşmuyorsa, gülmüyor ve ağlamıyorsa,
bir bildiği olmalı;
bazı günler sadece öfkesiyle ayakta durabiliyorsa, 
bir umudu olmalı; 
ayakları onu dönüp dolaşıp Josh’a götürüyorsa,
bir nedeni olmalı;
ve tam 450 gün sonra yeniden konuşmaya karar veriyorsa, 
söyleyecekleri olmalı. 

Josh hayatındaki herkesi teker teker kaybediyorsa,
bunun bir açıklaması olmalı;
etrafında görünmez bir güç kalkanıyla dolaşıyor, herkesten kaçıyorsa, 
bir derdi olmalı;
ve kasabaya yeni gelen kıza Günışığım diyorsa,
bir sırrı olmalı.

Her Şey Bitti Derken, hayat denen yapbozun parçalarını bir arada tutan şeyin sevmek olduğunu bilenlerin, bir de günün en karanlık saatinde çıkagelip, “Her şey bitti demek için çok erken” diyecek bir günışığını bekleyenlerin hikâyesi.

“Baştan sona heyecan dolu, duygusal bir yolculuk. Benim için tartışmasız yılın en iyi kitabı.”
Colleen Hoover

“Çarpıcı bir ilk roman. Her Şey Bitti Derken yüreğimi çaldı, nefesimi kesti, canımı yaktı. Katja Millay’in lirik anlatımına kapılmamak imkânsız.”
Ann Aguirre

“Her Şey Bitti Derken, kitapların eğlendirmekten çok daha fazlasını yapabildiğini hatırlatan bir roman. Katja Millay’in sözcükleri duygularınızı saklandıkları yerden çıkaracak, zihninizi ele geçirecek ve sonunda ayrılmaz bir parçanız olup çıkacak.”
Tough Critic Book Reviews



Katja Millay; Sinema ve televizyon prodüktörlüğü eğitimi aldıktan sonra bir süre film çalışmaları ve senaryo yazarlığı yapan Katja Millay, Her Şey Bitti Derken romanıyla ALA Alex ve SLJ Yılın En İyi Kitabı ödüllerini almış; Amazon ve Goodreads de dahil pek çok mecrada “en iyiler” seçkilerine girmeyi başarmıştır. Ailesiyle Florida’da yaşayan yazar, artık bütün vaktini yazmaya ayırmaktadır.

Kitap Yorumu: Ah Şu Kalbim | Susan Elizabeth Phillips (Chicago Stars, #5)

$
0
0
Orijinal adı: This Heart of Mine
Yazar: Susan Elizabeth Phillips
Yayınevi: Pegasus
Sayfa: 432



Molly Somerville, Tavşan Daphne çocuk kitapları serisinin yaratıcısı olarak kariyerinden memnundur ama hayatının geri kalanı o kadar da iyi değildir. Kendisine miras kalan on beş milyon doları bağışlamadan önce bile başına bela açma eğiliminde biri olarak tanınmaktadır. Bir de ablasının sahibi olduğu Amerikan futbol takımının yıldız oyuncusu Kevin Tucker'dan uzun zamandır hoşlanmaktadır. Çapkın, çekilmez ve inanılmaz yakışıklı olan Kevin ise onun adını bile bilmemektedir.


Bir gece Kevin, Molly'nin pek de mükemmel sayılmayan hayatına dalıp onu altüst eder. Ne yazık ki bu Ferrari süren, kanişlerden nefret eden, kalın kafalı sporcu aslında Molly'nin tahmin ettiği kadar boş biri değildir ve genç kadın çok geçmeden kendini Wind Lake isimli bir yerde bulur. Sevimli kulübeler ve eski tarz, sıcacık bir pansiyonun bulunduğu bu kasabada Molly ve Kevin, hayattaki en önemli derslerden birini öğrenecektir…


"Tatlı mı tatlı, ateşli bir aşk hikâyesi."
-Milwaukee Journal-Sentinel-

Susan Elizabeth çok sevdiğim bir yazar, çıktığını görünce deliye döndüğüm bir yazar hatta. Ama bu kitap daha bir özeldi çünkü Molly ve Kevin hikayesini dört gözle bekliyordum. Molly Somerville, takımın sahibi Phoebe'nin küçük kız kardeşiydi ilk kitapta. Şimdi büyümüş, çocuk kitapları yazmakta ve yıllardır Kevin'e olan aşkını yavaş yavaş bastırmaya çalışmış. Kevin ise öküz modunda takılıyor, Cal ve Jane'in kitabında bir hayli ön plandaydı. Adını bile bilmediği bu kadınla aynı evde bulunmak zorunda kaldığı bir gece de tecavüze uğruyor! Tabi ki Molly tarafından.

Kendini yazdığı çocuk serisinden tavşanın ismiyle tanıtıyor, o yüzden Molly Kevin için bir süre Daphne olarak geçiyor. Ama ne zaman ki hamile kalıyor, işte o zaman bir şeyler karışıyor. Kevin için sancılı vakitler geliyor. Hiçbir zaman bir kadınla ilişki yaşamayı düşünmeyen bu hayta bir anda kendini bir çıkmazda buluyor.

Phoebe ve Dan'i evermiştik ilk kitapta hatırlarsanız, sonrasında da Molly bu çiftle yaşadı gençliği boyunca. O yüzden Dan bir hayli korumacı Molly konusunda. Babanın Kevin olduğunu öğrendiğinde tabi ki dövmekten beter ediyor bizim oğlanı. Ama bir peder oğlu olduğu için doğru olan şeyi yapıp Molly ile evlenmeye karar veriyor ne kadar istemese de. Ve başına kalakalan eski bir parkla uğraşırken Molly'i de peşine takıyor. Her ne kadar acı çekseler de Kevin'ın nefret ettiği park kaderin garip bir cilvesiyle onları birleştiren şey oluyor.

Her zaman sevimli hikayelerini seviyorum bu kadının ama sanki Molly ve Kevin gibi tanıdığımız kişilerin kitabı biraz daha Phoebe ve Dan tadı verebilirdi diye düşünüyorum. Kadın ne yazarsa okurum gerçi, hele yazdığı epiloglara bitiyorum. Bu seferki epilog da kesinlikle çook tatlıydı, kadını seviyorsanız bence zaman kaybetmeden okumalısınız. Ayrıca çevirmen de Selim Yeniçeri, yani mükemmel bir akıcılıkla kısa sürede okumanız garanti :)


3. Kitap: Sensiz Olmaz



28. ÜKG Blog Turu: Her Şey Bitti Derken | Katja Millay

$
0
0






Bazen kurtuluş için aşkı seçmek gerekir...

Nastya tam 450 gündür konuşmuyorsa, gülmüyor ve ağlamıyorsa,
bir bildiği olmalı;
bazı günler sadece öfkesiyle ayakta durabiliyorsa,
bir umudu olmalı;
ayakları onu dönüp dolaşıp Josh’a götürüyorsa,
bir nedeni olmalı;
ve tam 450 gün sonra yeniden konuşmaya karar veriyorsa,
söyleyecekleri olmalı.


Josh hayatındaki herkesi teker teker kaybediyorsa,
bunun bir açıklaması olmalı;
etrafında görünmez bir güç kalkanıyla dolaşıyor, herkesten kaçıyorsa,
bir derdi olmalı;
ve kasabaya yeni gelen kıza Günışığım diyorsa,
bir sırrı olmalı.

Her Şey Bitti Derken, hayat denen yapbozun parçalarını bir arada tutan şeyin sevmek olduğunu bilenlerin, bir de günün en karanlık saatinde çıkagelip, “Her şey bitti demek için çok erken” diyecek bir günışığını bekleyenlerin hikâyesi.

“Baştan sona heyecan dolu, duygusal bir yolculuk. Benim için tartışmasız yılın en iyi kitabı.”
Colleen Hoover

“Çarpıcı bir ilk roman. Her Şey Bitti Derken yüreğimi çaldı, nefesimi kesti, canımı yaktı. Katja Millay’in lirik anlatımına kapılmamak imkânsız.”
Ann Aguirre

“Her Şey Bitti Derken, kitapların eğlendirmekten çok daha fazlasını yapabildiğini hatırlatan bir roman. Katja Millay’in sözcükleri duygularınızı saklandıkları yerden çıkaracak, zihninizi ele geçirecek ve sonunda ayrılmaz bir parçanız olup çıkacak.”
Tough Critic Book Reviews




Her Şey Bitti Derken yani nam-ı deiğer The Sea of Tranquility ezelden beri listemdeydi. Hani okuduğum çoğu kitap için böyle diyorum ama bu gerçekten neden sürekli ertelediğimi anlamadığım bir kitap. Sonra baktım ÜKG olarak turu alıyoruz, oley be dedim :D Gelir gelmez de kısa süre içinde bitirdiğimi belirtebilirim.

İki karakterimizin de geçmişi karanlık. Nastya mükemmel bir piyanist olabilecekken başına gelenler yüzünden bu hayalini gerçekleştirememiş ve 450 gündür konuşmayan bir kız. Aynı şekilde Josh da geçmişinde yaşadığı kayıplardan dolayı etrafına karşı kendini soyutlamış bir çocuk. İki yaralı ruh birbirlerine çekiliyorlar haliyle. Josh'ın rahatlamak için yaptığı ahşap işleri de ikisinin ortak noktası oluyor.


Katja'nın başına ne geldiği, neden hiçbir şey anlatmadığı, neden öyle giyindiği gibi şeylerin temel bir açıklaması var. Bütün ipler kendini o hale getiren kişiye rastlamasıyla kopuyor haliyle. Siz de kızın başına neden bunlar gelmiş öğrenince Nastya ile hepten sinirleniyorsunuz. Josh da Nastya'nın onun için ne kadar önemli olduğunu anlıyor ama beraber olabilmek için ikisinin de iyileşmesi ve acılarıyla yüzleşmeleri gerekiyor.

Yazar dolu dolu bir kitap yazmış, daha başka bir sürü yan karakter ve olay tabi ki var. Özellikle züppe arkadaşları ve ressam çocuk da kurgunun en önemli kişilerinden. Yazarın anlatımı da, kitabın çevirisi de gayet iyi. Genelde şimdiki zamanla anlatılan kitaplar beni biraz kıl eder ama bunda hiç öyle hissetmedim. İki karakterin ağzından dönüşümlü dinliyoruz kitabı. Kalınlığına rağmen de gayet hızlı akıp gidiyor kitap.

Her Şey Bitti Derken yurt dışında çok sevilmiş ve bir sürü ödül almış bir kitap. Gereksiz yere drama yapalım, aralarını bozalım gibi durumlar olmadığı için de daha iyi gibi türevlerinden. Ayrıca baskısı çoook hoş. Bence genç yetişkin türünden okumanız gereken kitaplardan.









Kitap Yorumu: Balayı | Susan Elizabeth Phillips

$
0
0
Orijinal adı: Honey Moon
Yazar: Susan Elizabeth Phillips
Yayınevi: Epsilon
Sayfa: 493




Güney Carolina’da yaşayan ufak tefek ama bir o kadar da sert, öksüz Honey Moon için hayattaki en önemli şeylerden biri, hem içinde yaşayıp hem de neredeyse bütün sorumluluğunu üstlendiği lunaparkın muazzam hız treniydi. Lunaparkını ve hız trenini kurtarmak için para bulma umuduyla, kuzini Chantal’la giriştiği işlerin, Honey’yi hiç ummadığı yerlere getirip milyonların gözbebeği yapacağını kim bilirdi? Herkesin bayıldığı bu çocuk yıldız, yaşı dışında acaba başka neler gizliyor?
Cesur ve zeki bu küçük hanım gözü karalığıyla hayatındaki bütün erkekleri deli edecek! Bunlardan biri Eric Dillon; için için yanan kötü çocuk ve Hollywood’un son zamanlardaki en yetenekli oyuncularından biri. Ve Dash Coogan; kahraman kovboyların sonuncusu, efsanesini sürdürmek için kendisine pek ufak gelen beyaz cama hapsolmuş bir adam. Honey aşık olduğunda, bunu bildiği tek yolla yapacak… tüm kalbiyle.

Bu ara sürekli SEP okudum, Balayı'nı da yıllardır okuyacağım okuyamadım. Adeta kitaplığımda küflendi nedense. Pegasus'un çıkardığı Chicago Stars serisi ile alakası olmayan tek bir kitap Balayı. Karakteriminiz adı Honey Moon olduğu için bize de çeviri olarak Balayı ismiyle gelmiş. Açıkçası balayı ile bir ilgisi yok onu söylemek gerek.

Honey, daha çok küçük yaşlardan sorumluluk sahibi olmak zorunda kalmış bir kız. Sahip oldukları lunapark ve hayatını iyileştirdiğini düşündüğü hız trenini kurtarmak için yapmayacağı şey yok. Bunun için kuzeni Chantal'ı zorla dizi seçmelerine götürüyor ama gelin görün ki diziye aldıkları kişi Honey Moon oluyor ve bir nevi dizide kendini canlandırıyor.

Ölen annesi dışında kimseden sevgi görememiş olan Honey, dizideki babasını kendi babası yerine koymaya başlıyor. Diğer karakterlerin peşinde koşuyor ama kimse ona istediğini vermiyor. Bunun üzerine bencil, kalpsiz bir kız gibi davranmaya başlayan Honey'i yola sokan da babasını oynayan Dash oluyor. Eski kovboylardan Dash vergi borcu yüzünden diziye katılmak zorunda kalmış ama dizinin bu kadar büyük başarı getireceğini kimse öngörememiş. Bir de Eric Dillon isimli karamsar, yalnız genç var kadroda. Tabi bütün kızların ilgisini çeken de o.

Honey'nin Dash'i sadece babası gibi görmediğini fark etmesi biraz zaman alıyor. Aralarındaki yaş farkına rağmen Dash'in de kendisini istediğini görmesini sağlayarak çok güzel bir zaman geçiriyorlar ama malesef kısa sürüyor. Bunun üzerine de kader kendi özel yaşamında sorunlar yaşayan Eric Dillon ile Honey Moon'u tekrar bir araya getiriyor ve büyüyüp yetişen bu iki genç yıllar sonra kendilerini birbirlerinde buluyorlar.

Chicago Stars serisinden çok farklı bir kitap. 1993 yılında yazdığı kitap ayrıca bu. Okurken biraz Judith tadı da alıyorsunuz bence. Ayrıca kurgu zaman dilimlerine göre ayrılmış, yani bir hayli dolu bir kurguyu okuyorsunuz, öyle hemen bitmiyor belki ama siz de Honey ile büyüyüp aşık oluyorsunuz denebilir. Kitaptaki iki erkek karakteri de aynı oranda sevebileceğiniz yegane kitap bu heralde. Hüzünlü, kahkahalı, aşklı, sevimli bu hikaye sizi de etkileyecek bence.




Kitap Yorumu: Kara Cadı | Nora Roberts (The Cousins O'Dwyer Triology, #1)

$
0
0
Orijinal adı: Kara Cadı
Yazar: Nora Roberts
Yayınevi: Epsilon
Sayfa: 424



İlgisiz anne babası yüzünden Iona Sheehan, adanma ve kabul edilme özlemi duyarak büyür. Büyükannesinden her ikisini de nerede bulacağını öğrenir: yemyeşil ormanlar, göz kamaştıran göller ve efsanelerle dolu bir ülkede.
İrlanda.

Iona bir at çiftliğinde iş bulduğunda, işletmenin sahibi olan Boyle McGrath ile tanışır. Bir kovboy, bir korsan ve vahşi bir kabile savaşçısı gibi görünen Boyle, Iona'nın en büyük üç fantezisinin birleşimidir.

Iona burada kendisi için bir yuva kurabileceğini -ve bu Boyle'a sırılsıklam âşık olmak anlamına gelse de- hayatını dilediği gibi yaşayabileceğini fark eder.


Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Iona'nın ailesine yüzyıllardır musallat olan ve mağlup edilmesi gereken kadim bir kötülük vardır. Umut ve sevgi için aile ve arkadaşlar hem birbirleriyle hem de birbirleri için savaşacaklardır…


Nora biliyorsunuz ki benim daimi favori yazarım. Ne yazsa okurum sorun yok. Kara Cadı da biten serisinden sonra yayınlanmasını umduğum seriydi, iyi tahmin etmişim açıkçası. Ve tabi ki aldıktan sonra kısa sürede okumaya çalıştım.

Konusunu okuduysanız nasıl bir kitapla karşılaşacağınızı aşağı yukarı anlamışsınızdır. Nora her zaman kitaplarına paranormal ögeler yerleştirmeyi sevmiştir. Ama her zaman da iki karakterin aşkı ön plandadır. Sırf paranormal beklemeyin kısacası.

Kitap bana inanılmaz derecede yazarın Anahtar serisini hatırlattı. Üçlemelerinde genellikle üç erkek üç kadın vardır, birbirleriyle de iyi anlaşırlar. Ama büyük kötü bir düşmana karşı birleşmelerini kurgu bakımından ben ikinci defa okuyormuşum gibi hissettim. Iona Amerika'dan İrlanda'ya gelir, köklerini bulmaktır amacı ayrıca şu Kara Cadı olayını anlamak ister. Kara Cadı'nin soyundan gelen üç kuzen birleşir ve yüzyıllardır peşlerinde olan kötüye karşı savaşı başlatmaya karar verirler.

Iona vaktinin çoğunu büyülerle, sihirlerle geçirse de çalıştığı at çiftliğindeki Boyle'a da ilk günden vurulmuştur. Zaten ayrılmaz altılının içinde olan Boyle sürekli etrafındadır ve o da ona karşı boş değildir. Tabi tipik ilişkinin içine etme kısmını başaran Boyle olacaktır ama birbirlerini kaybedebilecekleri bir savaşın ardından ikisi de neyin önemli olduğunu hatırlayıp aralarını düzeltecektir.

Diğer karakterler yani kuzenler Connor ve Branna ile onların arkadaşları Fin ve Maera da serinin ilerleyen kitaplarında ana rolleri alacaklar. Buradaki en güzel zıtlık ise Fin'in öldürmeye çalıştıkları kişinin soyundan gelmesi ama kendi soyunu reddedip bir zamanlar aşık olduğu Branna'nın yanında savaşmaya karar vermesi. Seri güzel ilerleyecek gibi.

Büyük kötüyle olan savaşta tabi ki başarılı olamıyorlar. Hatta bir sonrakinde de başarılı olamayacaklar ama son kitabın finalinde emin olun mutlu bir son bekliyor sizi. Anahtar serisini okuduysanız zaten aşağı yukarı ne beklemeniz gerektiğini anlamışsınızdır. Biraz yavaş ilerlemesi, biraz da konunun tanıdıklığı yüzünden ölümcül bir günah işlemiş gibi hissetsem de kitabın notu 3. Üzgünüm Nora'cığım, bu sefer değil belki diğerlerine.

PS: Anahtar serisini okumayanlardansanız kitap sizi kendine bir hayli çekebilir tabi ki.







Kitap Yorumu: Şehvetin Kölesi | Kresley Cole (Immortals After Dark, #4)

$
0
0
Orijinal adı: Wicked Deeds on a Winter's Night
Yazar: Kresley Cole
Yayınevi: Pegasus
Sayfa: 400



Nefes kesen öpücüğü aklından çıkmıyordu...
Lykae klanından Bowen MacRieve, eşinin ölümüyle yıkılmıştır. Acımasız savaşçı kalpsizleşmiş ve o günden sonra hayatına kimseyi sokmamıştır... ta ki düşmanı Mariketa, içindeki en karanlık arzuları uyandırana dek. Şeytani güçler kıza karşı birleştiğinde, Bowen onu hayatta tutmak için tüm gücünü kullanacaktır.

Yavaş, ateşli dokunuşları dayanılmazdı...
Geçici bir süreliğine güçlerini kaybeden Mari, ezelî düşmanına güvenmek zorunda kalır. Bowen'ın taşlaşmış kalbini kimsenin yumuşatamayacağı söylenmektedir ama aralarında tutku alevlenmeye başlamıştır. Birlikte olmaları mümkün olmasa da, Bowen'ın Mari'yi bırakmak gibi bir niyeti yokmuş gibi görünmektedir.

Mari ve Bowen dört bir yanlarını saran kötülükten kurtulmayı başarabilecek midir? Mari, bedenini ve ruhunu isteyen Bowen'ı reddedebilecek midir? Yoksa ateşli düşmanı için her şeyi riske mi atacaktır?

Bir süre paranormal okumaya mola verip geri döndüğümde normalde olacağından çok daha zevk aldığımı fark ettim. Kresley Cole da bu zamanlarıma ilaç gibi gelen bir yazar, paranormali neden sevdiğimi ve ne kadar özlediğimi iyi fark ettiriyor. Serinin 5. kitabı geçen ay yayınlandı ve ben hala 4.yü okumadığımı fark edip kendimi herkesin yerine kınadım. Daha fazla geç kalamazdım doğal olarak.

Serinin bir önceki kitabında Tılsım'a Hücüm vardı hatırlarsanız ve Kaderin geçmişe dönüp iki kız kardeşini vampir Sebastian yardımıyla günümüze getirmişti. Ama ödülü kaybettiği için kuduran Bowen da kaybettiğine üzüldüğümüz biriydi. Çünkü adamın amacı geçmişte yanlışlıkla ölümüne sebep olduğunu düşündüğü eşi Mariah'ı geri getirmekti ama olmadı. Ve gerçekten iyi ki olmadı.

Mariketa cadı aleminin en güçlü büyücüsü ve cadısı olmaya aday biri. Ama ne yazık ki bir türlü kendinden beklenildiği gibi doğru düzgün büyü yapamıyor, bir türlü odaklanamıyor. Bowen onu iblislerle dolu bir mağaraya hapsedince öfkesi sayesinde gücünün ne kadar büyük  olabileceğinin sinyallerini veriyor ama Bowen onun mağaraya bu kadar süre tıkılıp kalacağını hiç düşünememiş. Ayrıca inatla bu küçük cadının onu büyülediğini düşünüyor, çünkü eşi Mariah'a duyması gereken tüm duyguları bu küçük cadı için duymaya başlıyor, tabi içgüdüsü de sürekli eşinin Mariketa olduğunu haykırıyor ve bizimki inanmıyor uzun süre.


Aslında Bowen'ın yıllardır yaşadığı bu acının nedenini ve içeriğini öğrenmek sizi şaşırtıyor kitabın sonunda. Mari'nin büyük kötüye karşı yaptığı savaşı okurken sanki kitap bir anda bitmiş gibi hissediyorsunuz. Ve de bu macerayı okurken hiç sıkılmıyorsunuz kesinlikle. (bknz. ben son 300 sayfayı elimden bırakmadan bitirdim)

Seri paranormal olduğu kadar erotik bir seri de, bilmeden girişmeyin derim. Ama yazarın yarattığı dünyaya hemen adapte oluyorsunuz, karakterlere de öyle. Hala en sevdiğim yaratık grubu Valkyrieler sanırım :D Bence Nix bir kitabı olmasını hak ediyor, heralde okurken gülmekten ölebilirim. Ama olacaksa da serinin sonunda felan olur belki. O zamana kadar kitaplarda sürekli tanıştığımız farklı türdeki yaratıkların kendi eşlerini bulmalarını ve maceralarını okuyacağız gibi. Şimdi sırada . kitap var.



1. Kitap (bizde çıkmadı): The Warlord Wants Forever
2. Kitap: Arzuların Esiri
3. Kitap: Tutkuların Pençesinde

Kitap Yorumu: İhtiras Tutsağı | Kresley Cole (Immortals After Dark, #5)

$
0
0
Orijinal adı: Dark Needs at Night's Edge
Yazar: Kresley Cole
Yayınevi: Pegasus
Sayfa: 400



Kuzguni Saçlı, Baştan Çıkarıcı Bir Kadın...

Geçmiş yüzyılın ünlü balerini Néomi Laress öldürüldüğü gece bir hayalete dönüşmüştür. Öteki dünyaya ait güçlere sahiptir ancak insanlar onu göremez. Çok sevdiği evinde varlığını sürdürmekte, izinsiz giren insanları korkutarak kaçırmaktadır; ta ki kendisinden bile korkutucu, kalpsiz bir ölümsüzle karşılaşana kadar.

Deliliğe Kapılmış Bir Savaşçı Vampir…

Başkalarına zarar vermesini önlemek için Conrad Wroth'un ağabeyleri onu terk edilmiş bir malikâneye kapatır. Üstelik sadece onun görebildiği bir kadın onu delirtmeyi aklına koymuştur. Bu eşsiz yaratık Conrad'ı arzuyla kıvrandırır; Conrad'ın vücudu şehvetle yanarken ruhu, sahip olmak istediği kadın için işkence çekmektedir.Conrad, Néomi'yi kazansa bile kadının çevresini kötülük sarmış durumdadır. Onu korumak için eski vahşiliğine dönmeyi göze alan Conrad, karanlık ihtiyaçlarına yenik düşecek midir?

"Kurtarılması gereken ama elde edilemeyen bir kadın ile evcilleştirilmesi gereken, öfke dolu bir adamın sıradışı hikâyesi."
-Publishers Weekly-

Serinin yayınlanan son kitabını da bir önceki kitabın hızını alamadığımdan bir gün içinde yalayıp yuttum. Aslında gayet de iyi oldu, böylece diğer kitaba dair anılarım tazeyken, her yeni kitaba geçtiğimde yaşadığım bocalamayı yaşamamış oldum. Wroth kardeşleri zaten tek tek everiyoruz anlaşılan, sırada ki kardeşimiz ise Conrad.

Conrad'ın gelini ise bir hayalet. Hayalet olduğu için kızın yanında kalbi atmaya başlamıyor ama gelinin o olduğundan emin. Çünkü kayıp bir vampir olmasına rağmen kendini onun sayesinde iyileştirip zihnine geri kavuşabiliyor. Néomi ise eski sevgilisi tarafından 80 yıl önce hunharca katledilmiş ama öldüğü yerde takılıp kalmış. Her ay dolunay zamanlarında ölümünü tekrar baştan yaşıyor ve konuşacak, anlaşacak kimse olmadığı için de uzun süre yalnız takılmış, acı içinde bir hayalet. Eskiden bir balerinken yaşadığı zamanları özlüyor. Eve tabi ki kiracılar gelmiş gitmiş ama üç kardeşi tarafından zorla getirilen Conrad'ı ilk günden bir hayli merak ediyor. Tabi gelin görün ki Néomi'yi görebilen tek kardeş de Conrad.

Conrad en başta sanrı gördüğünü sanıyor ama sonrasında Néomi ile arkadaşlık kuruyor, hatta yanında olmayınca özlüyor. Gelini olduğunu fark etmesi de bu zamanlarda oluyor ama Néomi'nin bir bedeni olmaması işleri bozuyor. Kendine beden bulan Néomi oluyor ve yardım aldığı kişi bir önceki kitaptan Mariketa. Tabi Conrad'ın düşmanları, kayıp vampirken iyileşmeye çalışması, Néomi'nin beden için gözden çıkardıkları vs. bir sürü olayla ikili bir o kadar badireler atlatıyorlar.

Kısacası Kresley Cole gene çok güzel bir kitap yazıyor. Kadın karakterin hayalet olması çok ilginç geldi en başta, ama yine de iyi bağladı diye düşünüyorum. Eğer seri hakkında bir şeyleri unuttuğunuzu düşünüyorsanız kitabın arkasındaki İrfan sözlüğü en iyi kaynak. Kim kimdi, iyi mi kötü müydü öğrenebileceğiniz bir yer.

Nix hala favorim, değişmesi çok zor. Bunun yanında serinin sonraki kitapları da ilgi çekici. İki kitaptır haşır neşir olduğumuz öfke iblisleri ve Wroth kardeşlerin sonuncusu da bence güzel kurgular çıkaracak. Biz de tabi çıkmasını bekleyeceğiz bir süre.


1. Kitap (bizde çıkmadı): The Warlord Wants Forever
2. Kitap: Arzuların Esiri
3. Kitap: Tutkuların Pençesinde




Kitap Yorumu: Lavanta Kokulu Sabahlar | Jude Deveraux

$
0
0
Orijinal adı: Lavender Morning
Yazar: Jude Deveraux
Yayınevi: Pegasus
Sayfa: 383



Yıllar önce zamansız sonlanan bir sevda Sırların ortasında filizlenen yeni bir aşk Geçmişte ve bugün, her şey aşk uğruna…

Jocelyn Minton, iki dünya arasında kalmış bir kadındır. Varlıklı bir aileden gelen annesinin ölümünden sonra, tamircilikle uğraşan babasının hayatında bir yabancı gibi kalmıştır. Yeni hayatındaki tek tesellisi, kendisinden altmış yaş büyük Edilean Harcourt'un dostluğudur…

Bayan Edi'nin ölümünün ardından Jocelyn, onu herkesten iyi anlayan dostunun bütün mal varlığını kendisine bıraktığını öğrenir. Buna on sekizinci yüzyıldan kalma bir malikâne ve 1941 yılında başlamış gizemli bir aşkın ipuçlarını veren bir mektup da dâhildir. Malikânenin ve gizemin peşinden küçük Edilean kasabasına giden genç kadın, çekici, kibar bir avukat olan Ramsey McDowell'la ve en az onun kadar yakışıklı, gizem dolu bahçıvan kuzeni Luke Connor'la tanışır.

Joce, yerleştiği bu küçük kasabada bir yandan Bayan Edi'nin hayatı ve kendi ailesinin tarihiyle ilgili sırları keşfederken bir yandan da gerçek aşkın ne olduğunu sorgulayarak içine düştüğü aşk üçgeninden çıkmaya çalışacaktır.

"Geçmiş ve bugün arasında gezinen Edilean serisinin ilk kitabı Lavanta Kokulu Sabahlar, kaçırdıklarınızın farkına varmak için tekrar tekrar okumak isteyeceğiniz kitaplardan. Deveraux'nun dönüşü muhteşem olmuş."
-The Romance Reader-

"Hikâye ustası Deveraux, tatlı ve çekici karakterlerini, biri geçmişte, biri günümüzde geçen iki aşk macerasında buluşturarak en keyifli ve eğlenceli masalını yaratmış."
-Booklist-

"Şaşırtmacalarla dolu, muhteşem bir aile dramı…"
-The Best Reviews-


Lavanta Kokulu Sabahlar hem geçmişi hem de günümüzü güzel bağlayan bir romandı. Jocelyn Minton ve yakın arkadaşı Bayan Edilean üzerine kurulu bir kurgu var. Bayan Edi, Jocelyn daha küçükken onu kanatları altına almış, Jocely evden bunaldıkça bu yaşlı dostuna kaçmış, ilişkileri Jocelyn'in ailesiyle olan ilişkisinden çok çok daha iyi. Hatta bu kısmın güzel bir tarafı daha olduğunu kitabın sonlarında fark ediyorsunuz.

Bayan Edi ölümünden sonra Jocelyn'e eski malikaneyi bırakıyor ve hatta ona kasabadan bir erkek de ayarlıyor. Jocelyn ise Bayan Edi'nin ilişkiler konusundaki öngörüsünü bildiğinden bu adamı ciddi ciddi düşünmeye başlıyor ama malikanenin serseri bahçıvanı Luke onu kuzeni Ramsey'den daha fazla etkiliyor.

Sadece erkekler değil, ayrıca gayet iyi anlaştığı kız arkadaşları da oluyor. Bütün kasaba içten içe eve kötü bir şey yapacağını sanıp korksa da aslında Jocely hem eve hem de kasabaya tutuluyor.


Modern zaman aşkını anlatan bir roman olsa da Bayan Edi'nin gençlik aşkını da kurgunun arasında güzel bir şekilde anlatıyor yazar. Bu büyük aşkın sevimliliği de en az Luke ile Jocelyn arasındaki aşk kadar güzel. Ve tabi keşfedilmeyen bir sır da var.

Yazarın methini duyduğum romanları tarihi romanslardı ama bu romanı da bence methedilecek kadar güzel. Küçük kasabalarda geçen romanları ne kadar sevdiğimi anlatamam, o yüzden de bu kitabı sevmem gayet normal. Zaten gayet akıcı bir şekilde ilerliyor roman, sıkıldığımı hiç hatırlamıyorum. Aslında kurgu ilerlerken geçmişe dönülmesine biraz kıl olurum ama onu bile hissetmedim. Jude Deveraux kesinlikle çıktığı gibi okunması gereken yazarlar listeme girdi.




Kitap Yorumu: Karanlığa Davet | Yasmine Galenorn (Ayın Kız Kardeşleri, #10)

$
0
0
Orijinal adı: Courting Darkness
Yazar: Yasmine Galenorn
Yayınevi: Martı
Sayfa: 432


Zihnin görkemli aydınlığı, karanlığın kâbusu oluyor…
Anne Ay, benim ulu Leydim, başıma gelen her şeyi onurumla kabulleneceğimi biliyorsun, ama yalvarırım bana yardım et. Kaçmama, düşmanlarımı yok etmeme, ailemi kurtarmama yardım et. Beni parça parça etmeye çalışan düşmanımı alt etmem için bana güç ver. Gecenin Annesi, Av'ın Hanımefendisi, bana yol göster. Kalbimi duy, ruhumu duy, izin ver de başımı senin göğsüne yaslayayım.

Kış Dönümü geldiğinde D'Artigo kardeşler en büyük kâbuslarıyla karşı karşıya kalır. Dumanlı'nın, Camille'den nefret eden babası Dünya'da dolaşmaktadır. Bu sırada Karanlığın Sarayı'na kabul edilmeyi bekleyen Camille kaçırılır. Dünya'nın tepesindeki mağaralarda, önce ruhu sonra bedeni paramparça edilirken ettiği intikam yeminlerini gerçekleştirecek gücü bulması oldukça zordur. Dumanlı'nın babasının ellerinde, ruhunun en karanlık taraflarıyla karşı karşıya kalan Camille'in önünde iki seçenek vardır:


Ya kaçmayı başaracak ya ölecektir.


Seriyi ilk kitabından beri takip ediyorum. Süpermarketin tekinde indirimde diye alıp başladığımdan beri de çok eğleniyorum okurken. Seride farklı farklı düzinelerce tür olmasına rağmen yine de garip bir şekilde seviyorum tüm karakterleri ve yaşadıklarını. Çok eşli kızlarımızdan cadı olan Camille'in kitabıyla devam ediyoruz seride.

Çok eşli olmalarını vurguladım çünkü bu kitap Gölge Kanat ile içinde oldukları savaştan çok Camille'in kendi kişisel savaşını anlatıyordu. Kocalarından Dumanlı'yı seriyi okuduysanız kesin biliyorsunuzdur. İnanılmaz derecede kıskanç olan Dumanlı beyaz bir ejderha. Ama Camille'e de o kadar aşık ki onu diğer iki kocasıyla paylaşmayı bile göze almış. Bir de olmaz olasıca babası Hyto var ki kitap boyunca etmediğim küfür kalmadı ona kesinlikle.


Dumanlı'nın kıskançlığı yüzünden aslında gayet masumane ve zorunlu olan bir durumu abartıp bir hışımla evden çıkması tüm olayları tetikleyen şey oluyor. Sinsice kuytuda bekleyen Kyto Camille'i bir anda kaçırıyor ve buradan sonra Camille'in cehennemini uzun süre okuyoruz, çünkü kolay kurtulamıyor elinden.

Belki spoiler olacak ama bilmenizin iyi olduğunu düşündüğüm kısım Camille'in tecavüze uğraması ve kitabı okurken bu anı birebir yaşamanız. Evet çok iğrenç bir durum, evet çok da sinir oluyorsunuz. Rahatsız edici bir kısım olduğu için belki kitaba girişeceksiniz bu kısmını bilmeniz daha iyi. Benim gibi şok olmazsınız en azından.

Tabi ki Camille oradan kurtuluyor ama psikolojisinin sağlıklı kısmını da biraz kaybediyor. Zaten ailecek etraflarında bir sürü sorun var. Chase de bu kitapta bir hayli badire atlatıyor. Çeşit çeşit kadim yaratıklarla tanışıyoruz aynı zamanda. Yani anlayacağınız aksiyon gene hiç eksilmiyor. Güzel haberleri de var tabi kitabın :)

Sırada Delilah kitabı var. Son kitabı o kadar iyiydi ki onu da dört gözle bekliyorum diyebilirim.


8. Kitap: Hasat Avı
9. Kitap: Kanlı Seçim




29. ÜKG Blog Turu: Başmeleğin Öpücüğü | Nalini Singh (Guild Hunter, #2)

$
0
0




Türkçe edisyonunu beklemeyip turunu ingilizce olarak yaptığımız ikinci kitap, ilk kitabını yıllar önce okuduğumuz Nalini Singh'in en sevilen serisi Lonca Avcısı'nın ikinci kitabı. İlk kitabı okuyanlar bilir son sahnelerini: Ölmek üzere olan Elena'yı kollarında sıkı sıkı tutup onunla beraber düşen Raphael'in olduğu sahne pek unutulacak gibi değildi. Aslında görevi vampirleri avlamak olan Elena da Kuzey Amerika'nın baş meleği Raphael ile aşk yaşayacağını tahmin etmemişti. İşte öyle güzel bir aşktı ki Raphael kısımlarında genellikle yüzünüz sürekli gülümsüyordu. Sonra ne oldu? Hepimiz, hatta Elena da o ölümcül düşüşten bir yıl sonrasında sırtında kanatlar ile uyandığında çok şaşırdık.

İkinci kitapta ise Elena hem yeni kanatlarına alışmaya çalışıyor, hem de yeni yeni ölümsüz olmaya başladığı ve de Raphael'in zayıf noktası olduğu anlaşıldığından yine onu öldürmek isteyenlerle uğraşıyor. Bir önceki kitapta baş melek Uram'ın öldürülmesiyle boşalan koltuğa oturmak isteyen biri var ve oraya ulaşmak için uyguladığı yöntemler acımasız ve kanlı. Aynı şekilde asıl sorun olarak en kadim baş melek Lijuan var. Upuzun süredir yaşamasının neticesi olarak kafayı sıyırmış bir halde. İnanılmaz derecede güçlü ama malesef mizah anlayışı çok ters. Kadının en büyük zevki ölüleri diriltip onlarla oynamak anlayın.


Ayrıca kitap Elena'nın geçmişinden de bir hayli kesitler taşıyor. İlk kitapta da bahsedilmiş olsa da ben hiç hatırlamıyordum okurken, tekrar öğrenmiş gibi oldum. Yaşadığı acılar, geceleri gördüğü kabuslar içinizi cız ettiriyor. Bir de manyak bir mizah anlayışı olan Lijuan ile uğraşacak bu konuda.

Seriye bizim ülkemizde yazık oluyor, aslında hayli okunulası bir seri. Özellikle Raphael faktörü diye bir şey var. Düşüncelerini her okuyuşum beni hep gülümsetiyor. İkilinin arasındaki ilişki de çok şeker bence, böyle ikisini de tutup yanaklarını sıkıveresiniz geliyor. İşte bu kadar güzel kitapları bir türlü adam gibi okuyamıyoruz neyse. Bu kitapta acemi melek olan Elena, ileriki kitaplarda gene çok badire atlatacak ama bir hayli de güçlenecek gibi. Merakla bekliyoruz.

-Artemis'in Archangel's Kiss çevirisini bitirdiğine dair de bir durum var. Umarım doğrudur.





Kitap Yorumu: Sınırları Zorlamak | Katie McGarry (Pushing the Limits, #1)

$
0
0
Orijinal adı: Pushing the Limits
Yazar: Katie McGarry
Yayınevi: Aspendos
Sayfa: 416


Birbirleri için çok yanlış… ve bir o kadar da doğrular.
Echo Emerson'ın, sporcu sevgilisi olan popüler bir kızdan, hakkında dedikodular dönen, kollarında 'tuhaf' yaralar olan dışlanmış bir kıza dönüştüğü akşam neler olduğuna dair kimsenin bir fikri yoktur. Echo bile o korkunç akşama dair tüm olanları hatırlayamıyordur. Tek bildiği, her şeyin tekrardan normale dönmesini istediği.

Oldukça yakışıklı ve siyah deri ceketli çapkın ama yalnız Noah Hutchins, şaşırtıcı anlayışıyla hayatına girdiğinde Echo'nun dünyası asla hayal edemeyeceği bir biçimde değişir. Oysa ortak hiçbir noktaları olmaması gerekirdi. İkisinin de tuttuğu sırları düşünürsek, beraber olmaları oldukça imkânsızdı.

Fakat aralarındaki çekim bir türlü geçmek bilmez. Echo, sınırları daha ne kadar zorlayabileceklerini ve ona sevmeyi yeniden öğretebilecek tek bir adam için neleri göze alabileceğini kendisine sormak durumunda kalır.

Gerçekten baya iyi bir kitap okudum. Yani okurken hiç sıkılmadığımı söylemem yeterli olur. Yine geçmişinde sorunlar olan iki gencin hikayesiydi ama kurgu iyiydi, karakterler iyiydi; o yüzden kitap okunulası bir kitap.

Echo - evet ismi garip ve o bir kız - bipolar annesi yüzünden birçok acı çekmiş biri. Abisini de Afganistan'da kaybetmiş, babası ile sorunları var, üvey annesinden hiç hazzetmiyor. O terapiden bu terapiye koşturup duruyor. Ve kollarındaki yara izlerini gizlemek için de sürekli uzun kollu şeyler giyiyor.

Noah ise ailesini kötü bir kazada kaybetmiş. Reşit olmadığından da iki küçük kardeşiyle ayrı ayrı evlerde koruyucu ailelere verilmiş ama kendisi de koruyucu ailelerde çok sorun yaşamış. Nihayet kendi gibi başka bir çocukla beraber aynı aileye verilmiş. Isaiah erkek kardeşi gibi olmuş (3. kitap onun hakkında), ailenin yeğeni Beth ise (serinin 2. kitabı da onun hikayesi) annesinin yanında değil de teyzesiyle kaldığı için Noah'nın kız kardeşi gibi olmuş.


İkilinin ortak noktası okuldaki terapistleri. İkisi de başlarda kadının diğerlerinden farklı olmayacağını düşünseler de aslında ikisini de çok daha iyi bir hale getirdiği kesin. Noah inat ettiği konunun saçma olduğunu görecek, Echo geçmişindeki kabus ile yüzleşecek, ama tabi ki ikisi de birbirine deli gibi aşık olacak ve birbirlerine tutunacaklar.

Genelde bu tip kitapların bir formülü vardır, bu da ona uyuyor tabi ki. Ama konunun işlenişi, yan karakterler ile klişelikten uzaklaşabiliyorlar. Bu da güzel bir örneğiydi, gereksiz ağlatmadı da. Zaten elimden bırakamadım, bitirene kadar rahat edemedim. Okumalısınız.



Okudum ama kesmedi diyorsanız:
- Her Şey Bitti Derken | Katja Millay: ÜKG olarak tur yaptığımız kitap da bunun kadar güzeldi ve benzerdi de.
- Kusursuz Kimya | Simone Elkeles: Yine bir lise draması ama kesinlikle boş değil, hem de hiç boş değil.
- Kolay | Tammara Webber: Yine benzer, güzel bir hikaye.

Kitapçı Günlükleri Vol:11

$
0
0
Uzun zamandır buralara bir şeyler koymadığımı fark ettim. Aslında sürekli kitap alıyorum ama üşengeçliğim eklememe engel oluyor. Bugün iki farklı kargom vardı, böyle üst üste gelince de üşenmeyip koyayım dedim. Ayrıca geçen gün FB sayfamda belirttiğim babil.com alışverişini de bu yazıda bulabilirsiniz.

Öncelikle memleketten döner dönmez Okuoku'dan verdiğim kitap siparişim var. Adeta uzun süredir aç kalmış bir kurt gibi saldırdım diyebilirim. Peki neler aldım?




Guguk Kuşu: J.K. Rowling kitap yazmış, hem de polisiye yazmış. Yani mümkün değil okumamam. Robert Galbraith takma adıyla yazdığı kitap ayrıca çok da beğenildi.

Yalnızlar Adası: Aslında orijinalinden okudum ama kadını ve kitaplarını o kadar seviyorum ki Türkçesi çıkınca da dayanamadım. Friday Harbor serisinin ilk kitabı. Diğer kitapları da çok güzel.

İyi Dilekler Yolu: Toni Blake de okumaktan zevk duyduğum yazarlardan. Böyle sıkmıyor, germiyor, rahat rahat sevimli bir aşk hikayesi okuyorsunuz.

Fısıldayan Kaya: Virgin River çok sevdiğim kasaba serilerinden biri. Ne zaman yeni bir kitabı çıksa koşarak alıyorum zaten. Serinin 3. kitabı.

Aşka Düşünce: Novella Yayınları'nın bizimle tanıştırdığı bir yazar Marie Force. İlk kitabı çok sevmiştim, ikinci kitabı çıkınca da haliyle dayanamadım.

Meleğin Çağrısı: Aslında bu yazar ile önceki kitaplarıyla tanışmayı düşünüyordum ama baktım romantik gerilim kitabı çıkmış, tanışmayı bu kitapla yapalım dedim.

Çıplak Gerçekler: Yine bir kasaba romanı ama bu kasabada cinayetler oluyor. Serinin 2. kitabı.

Mesajınız Var: Okuoku hediyesi. Bir yaşam koçunun ağzından hayatta neleri nasıl yaptığının hikayesi. Pek benlik kitap değil ama bir şans verebilirim.


Sonraki siparişim ise babil.com sitesinden. Oradan sadece bir kitap aldım, o da Cafe Fernando.



Sert kapak, yaklaşık 400 sayfa ve ilk basımı mayısta olmuş bir kitap. Ülkemizdeki en ünlü yemek blogu diyebilirim Cafe Fernando için. Cenk Sönmezsoy'un hem ingilizce hem de türkçe yazarak bir hayli lezzetli tarifler paylaştığı Cafe Fernando, yurt dışında da çok ünlü. Bloguna defalarca girmiş biri olarak kitabını da uzun süredir almayı düşünüyordum, babil.com sayesinde de almayı başardım.


babil.com sitesi ile ilgili de bir şeyler yazacağımı söylemiştim. Siparişimden inanılmaz memnun kaldım. Ertesi gün hemen güzel bir şekilde hazırlandı ve o gün yola çıktı. Okuoku siparişimi daha önce vermiştim aynı anda aldım, anlayın yani. Ayrıca içinden çıkan bez çanta da çooook şirin :) Ayraçlar ve amatör ama bir o kadar sevimli bir gündem bülteni de vardı içinde. Kısacası babil.com onayladığım sitelerden. Ayrıca diğer satış sitelerine göre daha ilginç kitapları daha uygun fiyata bulabilirsiniz.


Kıyıya Vuran Hayatlar ise Tansaş'tan aldığım bir kitap. Üzerindeki fiyat çoğu Martı kitabında da geçerli. Migros ve Tansaşlardan siz de merak ettiğiniz kitapları bu fiyata bulabilirsiniz.


Ve tabi ki Duvarların Dili Olsa. ÜKG'nin bir sonraki tur konuğu.  Orijianilini okumuş olmama rağmen bu halini de bir oturuşta bitirdim ve yine çok eğlendim. Detaylar blog turda :)

Kitap Yorumu: Aşka Düşünce | Marie Force (The McCarthys of Gansett Island)

$
0
0
Orijinal adı: Fool For Love
Yazar: Marie Force
Yayınevi: Novella
Sayfa: 304


Aşk kaybettiğinde değil,ondan vazgeçtiğinde biter...
Joe kendini bildi bileli Janey'e âşıktır fakat genç kadın bundanbihaberdir. Nişanlı olan ve ilişkisinin mükemmel bir seyirde yol aldığını zanneden Janey evlilik hazırlıkları devam ederken nişanlısının kendisini aldattığına şahit olur. Bu sarsıcı olayı atlatmak için birkaç günlüğüne ağabeyi olarak gördüğü Joe'nun yanında kalmanın iyi olacağını düşünür. Genç adamın önünde artık iki yol vardır. Bu fırsatı değerlendirerek, beraber olmalarının getireceği güzellikleri Janey'e kanıtlamayı mı yoksa ondan uzak durmayı mı tercih edecektir?

"Bir Aşk Çarpıntısı'yla romantik tür yazmakta ne kadar yetenekli olduğunu gösteren Marie Force, ikinci kitabı Aşka Düşünce ile bunu bir kez daha kanıtlıyor. Unutulmaz bir aşk hikâyesiyle karşı karşıyasınız."
-Kirkus Reviews-

"Dolu dolu bir aşk hikâyesini eğlenceli bir anlatımla sunan Marie Force, Aşka Düşünce romanıyla harika bir iş çıkarmış."
-Amazon-

"Aradığınız şeyin aslında tam da gözünüzün önünde olabileceğini ispatlayanbir roman."
-Booklist-


Yazarın ilk kitabı Bir Aşk Çarpıntısı çok güzeldi, sevimliydi, tam benlikti. O yüzden ikinci kitap Aşka Düşünce çıkar çıkmaz almayı aklıma koyduğum bir kitap oldu ve bir günde bitirilip kenara kondu. İlk kitaptaki çiftimiz Mac ve Maddie'nin hikayesini daha çok sevmiş olsam da buradaki çiftin hikayesi de fena değildi.

Janey, Mac'in kız kardeşi ve McCarthy'lerin de en küçük üyesi. O yüzden bir hayli korumacı bir ailesi var. 13 yıldır da Daniel isimli bir doktorla ilişkisi var ve seneye evlenme planları kuruyor. Tabi bütün bu planlar sevdiği adamı yatakta basınca sönüyor. Girdiği şoktan kendini kurtaramayan Janey, arabası da yolda kalınca Joe'dan yardım istiyor.

Joe, adanın feribot kaptanı, ise kendini bildi bileli Janey'e aşık ama bir türlü bunu belli edememiş, çünkü Janey yıllardır başka adamın elinde. Kaderin garip bir cilvesi olduğunu düşünüp yıllardır içinde kalan tüm duygularını açığa çıkarmaya fırsat bulan Joe da temkinli yaklaşsa da yıllardır hayalini kurduğu şey gerçek olunca kendini tutamıyor.

Mac ve Maddie'nin yaklaşan evliliği, Daniel'ın geri dönüp Janey'i tekrar istemesi, Janey ve Joe arasındaki ilişkinin gizli kalması gibi bir sürü olay olsa da kitap gayet kısa ve de akıcı. Tam bir plaj kitabı diyebililirim, bugün zevkle deniz kıyısında uzanırken okuyup bitirdim. Böyle hoş, sevimli hikayeleri zaten çok severim. Kasaba değil de ada versiyonu da aynen o derece şirin. Üçüncü kitaptaki çifti de bir hayli merak ediyorum.




Kitap Yorumu: Çıplak Gerçekler | Lilliana Hart (J.J. Graves Mystery, #2)

$
0
0
Orijinal adı: A Dirty Shame
Yazar: Lilliana Hart
Yayınevi: Martı
Sayfa: 304



Gerçeğin fısıltıları, kulakları sağır eden haykırışlara dönüşürse...
Adli tıp uzmanı J. J. Graves ölümle burun buruna geldiği kasabaya, olayın üzerinden birkaç ay geçtikten sonra geri döner. Birbiri ardına sıralanacak cinayetler de adeta onun dönüşünü bekliyor gibidir. Jaye, kasabaya adımını atar atmaz, ucu nefret örgütleri ve kasabanın üstü örtülü sırlarına uzanan, tüyler ürpertici cinayetler zinciriyle yüz yüze gelir. Bir yandan işkence edilerek öldürülmüş kurbanlar, diğer yandan ailesiyle ilgili öğrendiği gerçeklerle sarsılan Jaye, sonuca giden yolda engellere takılmadan yürümeyi başarabilecek midir?

"Çıplak Gerçekler beklenmedik sürprizlerle dolu bir roman. Hikâye geliştikçe ne olacağını tahmin ettiğiniz her an yanıldığınızı fark ediyorsunuz. Nereye varacağı anlaşılmayan, heyecan yüklü bir kitap!"
-Book Addict-

"Entrika dolu bir seri… Karakterler arasındaki gerçekçi diyaloglar, keyifli bir okuma deneyimi sunuyor ve seri okur üzerinde adeta bağımlılık yaratıyor!"
-Kirkus Reviews-

"Liliana Hart, Çıplak Sırlar'ın ardından serinin ikinci kitabı Çıplak Gerçekler'de de yine başarılı bir iş çıkarmış. Sonunu asla tahmin edemeyeceğiniz, sürükleyici bir roman."
-Amazon-

Lilliana Hart geçen aylarda Martı yayınları sayesinde tanıştığım bir yazar olmuştu. Kasabada cenaze evi işletip gerektiğinde otopsi yapan doktor Jaye'in başından geçenleri anlatıyor temel olarak seri. İlk kitabın sonunda günlerdir kovaladıkları katil bizim kızı da kendi evinde sıkıştırmıştı ve ölümden dönmesine neden olmuştu. O olaydan sonra özellikle ses telleri feci zarar gören Jaye çekip gitmişti.

Kitabın başında Jaye nihayet kasabasına geri dönüyor ve dolandırıcı bir ailesi olduğunu öğrenmenin şokunu kendince atlatıp bıraktığı işine geri dönmek istiyor. Yakın arkadaşı şerif Jack bir önceki kitapta ondan hoşlandığının bombasını atmıştı, bu sefer ne kadar baskıcı olacağını tahmin edemiyor Jaye.

Geldiği gibi, daha arabayla evine gelmeden yolda berbat hale gelmiş bir ceset buluyor Jaye. Tabi ilk işi Jack'i arayıp çağırmak oluyor ama kasabanın uğursuzu olduğu yönündeki iddialara su serpmekten geri kalamıyor. Öldürülen kişi bir rahip. Feci derecede işkence görmüş, en sonunda da garip bir simgeyle damgalanmış. Damganın sahibi olan Aryanlar ise bir nefret grubu ve rahibin homoseksüel olması bakımından damgalandığını düşünüyorlar Jaye ve Jack. Tabi olanlar aslında çok daha başka ama anlamak kolay değil.

Yine ilk kitaptaki gibi cinayetler art arda işleniyor. Kimin neden öldüğünü ve aslında saklanmaya çalışılan sırrın ne olduğunu çözmek kolay bir iş değil. Her ne kadar iki zeki insan uğraşsa da en sonunda cevabı bulmaya yaklaştıklarında ikili beraber ölümden dönüyorlar.

Jack ve Jaye arasındaki ilişki de nihayet olması gerektiği gibi oluyor. Jaye yıllardır en yakın arkadaşı olan Jack'in yanında bir hayli gerilse de Jack'in ona olan aşkını kabul etmeyi başarıyor. Hatta kendi de içindeki garip duyguları kabulleniyor. Siz de düğün çanlarının sesini beklemeye başlıyorsunuz ama konu Jaye olunca normallik pek bulunmuyor. Kitabın son sahnesinde her şey güllük gülistanlık ilerlerken babasının dönmesi Jaye kadar sizi de şok ediyor çünkü e biz onu öldü biliyorduk (!). Demek ki üçüncü kitap yine Jaye'in karnını bol bol ağrıtacak gibi, çünkü ailesi kesinlikle dışarıdan göründükleri gibi değil. Tahminim işin içinde bol bol FBI olacağı.




Kitap Yorumu: Kimse Acınacak Kadar Masum Değildir | Cindy Gerard (Black Ops Inc, #1)

$
0
0
Orijinal adı: Show No Mercy
Yazar: Cindy Gerard
Yayınevi: Nemesis
Sayfa: 330

Ateş hattındaki bir kadın kendini ne kadar koruyabilir?
Gazeteci Jenna McMillan, kolay bulunmayacak bir fırsat yakalar ve önemli bir isimle röportaj yapmak üzere yola çıkar. Gittiği yerde ummadığı tehlikeler ve büyük bir sürpriz onu beklemektedir.

Bir erkek bir kadını kaç kere kurtarabilir?
Gabriel Jones, yaşadığı kirli hayat yüzünden sevdiği kadını kaybetmiş, yaşamını saran kurşun sesleri ve kan kokusu yüzünden masumiyetin ne olduğunu unutmuş, özel işler için çalışan bir ajandır.

Gabriel ve Jenna'yı buluşturan bir tesadüf, onları izleyen biri olduğunun farkına varmalarıyla başka bir boyut kazanır. Birlikte girecekleri bu yeni yolda masumiyete yer yoktur. Peki ya aşka?


Okuduğum ikinci Cindy Gerard romanıydı. İlk okuduğum Sınırı Aşacaksın romanını da beğenmiştim, bu kitabında da hayal kırıklığına uğramadım. Black Opsüyelerinin hepsi eski ordu üyeleri. Bir gün hiçliğin ortasında çatışırlarken ekip arkadaşlarından biri ölüyor ve üç-beş üniformalının masalarının başından verdikleri emirlerle hayatlarını yönetmelerine, onlar yüzünden bir hiç uğruna insanları kaybetmeye sinir oluyorlar ve toplu olarak grubun başındaki Nathan Black'in kurduğu özel şirkete geçiyorlar. Daha sonrasında yine bu derece ağır görevlere gidiyorlar ama bu sefer aldıkları para kendilerine. Hepsi kendi alanında uzman küçük bir grup oldukları için de sorun çıkmıyor.

Arjantin'deki uyuşturucu kartelleri, insan tacirleri onların oyun alanları gibi bir şey. Aynı zamanda koruma görevleri üstleniyorlar ama bu diğerlerine oranla çok daha kolay bir iş. Yaklaşık 2 sene önce ise asıl karakter Gabriel Jones'un başına kötü bir şey geliyor. Sevdiği kadını gözleri önünde işkence çektirerek öldürüyorlar, Gabriel da güç bela kurtuluyor ellerinden ama fiziksel olarak iyileşse de psikolojik olarak olayın şokunu hala atlatabilmiş değil. O yüzden kişisel her türlü ilişkiden aman aman kaçıyor. Bu yüzden Jenna'nın onu ikna etmesi çok zor oluyor.

Jenna ise altı ay kadar önce Gabriel'ın kişisel davası haline geldiğini bilmediği bir olayın içinde buluyor kendini. Kaçırılıyor, türlü şeyler atlatıyor, onu kurtaran da Gabriel oluyor ama bu olaydan sonra kendine güvenen bu cesur savaş muhabiri bir anda pılını pırtısını toplayıp kendini ailesinin çiftliğinde buluyor. Tabi ki bu süreç içinde hem kendini toparlamaya çalışıyor hem de altı ay önce zorlu şartlar altında tanıştığı Gabriel'ı düşünmemeye çalışıyor ama nafile. Arjantin'de yeni bir iş olanağı çıkınca öncelikli olarak Gabriel'ı tekrar görebilme amacıyla atlıyor uçağa ama çıkan patlamada az kalsın hayatını kaybediyor. Onu o an, bombanın yakınında gören Gabriel ise kadına kendini siper etmek için kendi yaralanmasını tamamen göz ardı ediyor. Bacağından yaralanan Gabriel için bu yara aslında bir hayli önemli olacak ilerleyen günlerde.

Gabriel'ın buz gibi tavırlarından içeri girmeye başlayan Jenna Gabriel'ı bir hayli korkutuyor tahmin edersiniz ki. Bir de öldü sanılan düşmanın hortladığını öğrenmesi Gabriel'ın kopmasına neden oluyor ve Jenna'yı korumak için genelde bu tarz kitaplarda klişe olan bir şey yapılıyor: Kızı kendinden uzaklaştırıyor. Ama ne kadar uğraşsa da tarihin tekerrür etmesine engel olamıyor.

Macera kısmı güzel, heyecanı iyi, karakterler sizi çekiyor ve çabuk okunuyor bence kitap. İçine polisiye katılmış her kitabı severim, güzel olanlarına rastlayınca da bir hayli sevinirim. Ben de böyle bir kitap arıyordum diyorsanız sizlik. Hem ilgi çekici yan karakter hikayeleri de var.




Viewing all 453 articles
Browse latest View live