Quantcast
Channel: Kitap Esintisi
Viewing all 453 articles
Browse latest View live

Kitap Yorumu: Frenched | Melanie Harlow

$
0
0
Yazar: Melanie Harlow
Yayınevi: Self-published
Sayfa: 220
Türkçe edisyon: Yok.

When Tucker Branch, playboy heir to Branch Bolt and Screw, screws and bolts a week before their wedding, Mia Devine wants nothing more than to crawl under her newly monogrammed sheets and plan a funeral for her dignity. But her friends convince her that bitter tastes better when it’s drowned in Bordeaux, so Mia grits her teeth and packs her bags, determined to make the best of her luxurious Paris honeymoon—alone.

She never planned on meeting Lucas Fournier.

The easygoing bartender’s scruffy good looks and less-than-sympathetic ear annoy her at first, but when she takes him up on his offer to show her around the city, she discovers that the romance of Paris isn’t just a myth.

Nor is the simultaneous O.

The last thing Mia needs is another doomed love affair, but since she only has a week, she figures she might as well enjoy la vie en O with Lucas while she can. But each day—and night—with Lucas is better than the last, and suddenly her heart is telling her this is more than a rebound fling.

Is it just the seduction of Paris…or could this be the real thing?

Nişanlısı tarafından düğünden bir hafta önce dan diye terk edilen Mia Devine kendini arkadaşlarının zoruyla Paris'te bulur. Canı çok sıkılmış olan Mia, şehirde nereye baksa bir çift gördüğünden hışımla yalnız kalmak için yola koyulur ama bunun karşılığında da kaybolur. Neyse ki ingilizce konuşulan bir Kanada barına rastlar ve barmene başından geçenleri anlatırken bulur kendini.

Ayrıca kaybolmuştum da. Kollarımı çözdüm ve yürümeyi kestim. Etrafa göz attım ama ne tanıdık bir yer ne de bir sokak levhası vardı. Hava kararmıştı ve haritamı çıkarıp zavallı bir turist gibi görünmekten her ne kadar nefret etsem de başka ne yapabilirdim ki? Hissettiğim panik göğsümü sıkıştırıyordu ve kendimi, annemin benim için ürettiği senaryolar beynime ulaşmadan önce birkaç derin nefes almaya zorladım.

Tamam, buraya kadar. Şaraba ihtiyacım var.

Bir blok daha yürüdüm ve şansıma kendimi İngilizce tabelası olan bir binanın yanında buldum. Tabelada The Beaver & Grill yazıyordu ve daha dikkatli baktığımda buranın Kanada spor barı olduğunu fark ettim. Bir dakika durdum ve Kanada’ya, kunduzlara* (beaver) ya da spora sinirli olmadığıma karar verdikten sonra içeri girip etrafa bakındım. 

Yakışıklı barmene bir hayli içini döktükten sonra yarın eve döneceğini söyler ona ve barmen de güzel bir teklifle gelir karşısına. Lucas Fournier, hem Paris'te hem de ABD'de dönüşümlü olarak yaşamaktadır; annesi Fransız olduğundan Paris'te de bir hayli vakit geçirmiştir. Bu yüzden de ona şehri gezdirmeyi teklif eder. Listelere takıntılı olan kızımız zaten görmek istediği yerleri listelemiştir ve ondan hoşlanmış olması da ona evet demesine yeter.

Yeniden pozitif olmak adına bir liste yaptım.

Şu ana kadar yolculuktan zevk aldığım şeyler

1.Eiffel Kulesi’ni görmek
2.Önümdeki şarap kadehi


Masum bir şey olarak başlayan bu geziler gitgide karmaşık bir hal almaya başlar. Mia kendini Lucas'ın çekimine kapılmış bir halde bulur ve yaşadıkları garip anlar ikisinin de kızarmasına neden olur. İkisinin de akılları birbirlerindedir ama açılamazlar tabi.

Saklamaya çalıştığım gülümsememi göremesin diye yüzümü çevirdim, pis düşüncelerim için kendimi azarladım. Kes şunu Mia. Ve sakın onun kasığına bakma. Sakın yapma, sakın, sakın-

Baktım. Dayanamadım.

Evlenmeyi kesinlikle düşünmeyen Lucas, Mia'nın gelecek planlarına ters düşmektedir ne yazık ki. Buna rağmen aralarındaki çekime karşı koyamaz çiftimiz. Mia, Lucas'ın ailesiyle de tanışır ama bağlanma sorunu ilişki için büyük bir problemdir ve Mia onu her ne kadar terk etmek istemese de ileride yollarının ayrılacağının farkındadır.

Henüz doğmamış yıldızları görüyordum.

Seni seviyorum.

Ve birden oluverdi. Bir saniye önce aklımdaydı ve sonrasında ise dudaklarımda. Tıpkı filmlerdeki gibiydi, hani başroldeki kadının bir aptallık yapacağını bilirsiniz ve ekrana uzanıp “hayırrrr” diye çığlık atarsınız ya.

“Seni seviyorum.”

Kelimeler ağzımdan çıktığı anda dondum. 

Mia'nın gelecek kaygıları, Lucas'ın problemlerinin üzerine bir de eski nişanlısı barışmak için geri dönünce işler hepten karışır.  Bir süre ne yapacağını bilemeyen Mia gerçek aşkı seçer ve reddedilmek uğruna kendini Lucas'ın karşısına çıkmaya zorlar. Bu sayede de hikaye güzel bir sona bağlanır.

Kitap bir hayli eğlenceli. Kitabı okurken durup güldüğüm kısımları işaretledim ve alıntıları da yazı içinde paylaştım. Mia'nın takıntılı karakteri en komik yeri kesinlikle. Ayrıca Lucas ile paylaştıkları şakalar, başlarından geçenler de sizi güldürüyor. Draması da var tabi, hiç eksik olmaz ama mutlu son uğruna karakterlerin bu kısımları yaşamaları gerek her zaman. Yazarın çok fazla kitabı yok, bağımsız yayınladığı bu üçüncü kitabı ve bence gayet iyi. Okunası bir hikaye.







Kitapçı Günlükleri Vol: 9

$
0
0
Yine kendimi indirimlere kaptırmış bir şekilde buldum. Öncelikle bundan birkaç hafta öncesinde D&R'ın 5 TL indiriminde aldıklarımı paylaşayım. 



Aralarında sadece Tekinsiz Kitap D&R 5 TL alışverişimden değil. Onu Dost'ta gezerken kendimi tutamayıp aldım, hala okuyamadım evet ama hayalet öyküleri içermesi yakın zamanda okuyacağım demek. Ayrıca Çoban da 5 TL değildi tabi ama bir de güzel polisiye alayım deyip Pegasus'un yenilerinden birini seçtim diyebiliriz.


Bunlar da yine D&R'dan ama 9.90 kampanyasından. Özellikle Aspendos kitaplarını alırım diye kurcaladım kitapları ama fiyat uygunluğuna dayanamayıp Harry Q ve Shanna kitaplarını da aldım. Hacimlerine göre 9.90 gayet hoş bir rakam tabi. Bu grubun ekstrası ise favori yazarlarımdan Julia Quinn'in yeni kitabı. Almasam çatlardım yani o derece. Elimdeki biter bitmez kendimi Julia'nın hikayesine vereceğim.


Yatakta İyi ise hiçbir yerde bulamayıp şans eseri bir sahafta denk geldiğim kitap. Adından dolayı erotik bir roman sanabilirsiniz ama bir hayli eğlenceli bir hikaye anlatıyor sanki. Ne yazık ki basımı tükenmiş eserlerden. 



Kitap Esintisi'nde çekiliş var!

$
0
0


Uzun zamandır yapmayı düşündüğüm çekilişi nihayet ayarladım. Acaba ne versem diye düşünüp duruyordum ve şu üç kitapta karar kıldım:

Son Pişmanlık | A.L. Jackson - Yorum için buraya bakabilirsiniz.
Geç Gelen Mutluluk | Kristan Higgins  
Metres | Amanda Quick

Üçü de çok çok severek okuduğum kitaplar, umuyorum ki siz de beğenirsiniz :)

Aşağıdaki rafflecopter uygulamasını kullanarak çekilişe katılabilirsiniz. 
Kazanan üç kişi 19 Nisan akşamı açıklanacaktır.
Bir kişi bir kitap için katılmış sayılacaktır. 


a Rafflecopter giveaway

Rafflecopter çekilişlerine nasıl katılırım, ne yapmalıyım diyorsanız buraya girerek öğrenebilirsiniz.

İyi şanslar! :)




Kitap Yorumu: Tanrı'nın Formülü | José Rodrigues Dos Santos

$
0
0
Orijinal adı: A Formula de Deus
Yazar: José Rodrigues Dos Santos
Yayınevi: Pegasus
Sayfa: 552

"Rab mahirdir ama zalim değildir. Doğa sırlarını sinsiliğinden değil özündeki yüceliğinden dolayı saklar."
-Albert Einstein-

1951 sonbaharı: İsrailin ilk başbakanı David Ben Gurion, Albert Einsteinla tanışmak için Princetona gider. Ziyaretinin amacı nükleer silah elde etmektir. Atomla başlayan gizli sohbetleri hızla Tanrının varlığına doğru yönelir. Einstein Tanrının formülünün peşindedir. Dünya düzenini tepe taklak edebilecek bir önemde olduğu için CIA de bu belgenin izini sürmektedir.

Günümüz Kahiresi, Tahrir Meydanı: Kriptolog ve tarih profesörü Thomas Noronhanın hayatı, çekici İranlı bir kadın olan Ariana Pakravanın, çok gizli bir elyazmasını deşifre etmek için yardımını istemesiyle alt üst olur. Albert Einstein imzalı elyazmasının başlığı Tanrının Formülüdür. Bu formülü deşifre edebilecek tek uzman Noronhadır. Bunun farkında olan tüm güçlerse Noronhayı izlemektedir. Kendisiyle birlikte dünyanın da kaderini ilgilendiren bu formül pandoranın kutusuna dönüşmek üzeredir.
Tanrının Formülü, zamanın başlangıcına, evrenin kökenine ve hayatın anlamına dair bu müthiş macerada kuantum fiziğini dinle, Batı felsefesini Doğu mistisizmiyle buluşturan "Tanrı var mı? Doğum ve ölüm nasıl şeyler? Evren sonsuz mu yoksa bir gün yok olacak mı?" gibi insanlığın her zaman üzerine kafa yorduğu sorulara da bir cevap ararken okurlara unutamayacakları bir macerayı da sunuyor.

Tanrı'nın Formülü için ne yazmam gerek bilemiyorum şu an. Öncelikle sadece kurgu bir macera olarak bakmamak lazım. Tamam kurgu ama içinde o kadar çok matematik ve özellikle fizik teoremleri geçiyor ki aslında biraz da ders kitabı havası var. Fizik okuyup özellikle astrofizik kısmıyla ilgilenenleri bir hayli çekecektir. Bu konulara meraklı olsanız bile sevmeniz için yeterli. 

Benim kafamı kurcalayan bir konuyu ilginç bir şekilde açıklamış yazar. Kitabın sonunda yazdığı minik bir son sözde neden buna inandığını ve kullandığı kaynakları açıklamış. Kurguda Einstein ile kısımların ne kadarı doğru ne kadarı yanlış bilmiyorum, araştırmak isterseniz kitabı bitirdikten sonra içinize doğan garip araştırma isteği ile bir sürü şeye ulaşmanız mümkün. Ama en güzeli bu konuda gerçekten bilgi sahibi olan biri ile oturup konuşmak, malesef benim öyle bir şansım yok. 

Kapakta Einstein var, o yüzden önce onun olayıyla başlayalım. 1950li yıllarda Einstein ile yeni kurulmuş İsrail başbaşkanı bir konuşma yapıyorlar ve başbaşkan ondan bir şey istiyor - burası kurgu mu değil mi bilmiyorum, araştırmadım. CIA ise bunun kolay ve ucuz bir formülle geliştirilebilecek atom bombası olduğunu sanıyor. Yıllar sonra ise Einstein'in el yazması, elinde bulunduran profesör ile ortadan kayboluyor. İran'da ortaya çıkan bu belgenin deşifre edilmesi için ise Thomas Noronha görevlendiriliyor. İşin içinde İran olunca da Thomas'ın kapısına İran'ın nükleer silah üretmesine paranoyak bir şekilde yaklaşan CIA geliyor. Thomas bizim kitaptaki karakterimiz, kendisi bir kriptolog ve tarihçi. Kime benziyor çıkarabildiniz mi? Evet Robert Langdon. Ama Thomas daha saf orası kesin. 

İran'da ve sonrasında başına bir sürü iş geliyor Thomas'ın. CIA ile işbirliği yapmaya zorlanıyor, hapishaneye atılıyor, kaçırılıyor, Ariana isimli bu güzel İranlı kadına aşık oluyor, babasının kansere yakalandığını öğreniyor vs. Yolu Tibet'e düşüyor, Einstein'in bu belgeyi yazarken öğrencisi olan ve şimdi kendini tamamen Budizm'e adamış fizikçiyle görüşüyor ve şok edici bir şey öğreniyor: Belge atom bombası hakkında değil, Tanrı'nın bilimsel ispatı hakkında. 

Einstein'in şifrelediği kısmı ise bir türlü çözemiyor. Macerası esnasında fizik üzerine bir sürü teori dinliyoruz Thomas ile. Kuantum, izafiyet, kaos teorisi, kozmik ritim, antropik ilke... Özellikle antropik ilke çok ilginç. Bu ilke evrenin yaşamı var etmek için tasarlandığını söyler. Çünkü hepimizin bildiği gibi doğada şans diyebileceğimiz derecede hassas ayarlar vardır. Fizik sabitlerinin, mesela en bilinen yer çekimi katsayısının farklı olması ya da madde atomundaki beta katsayısının olduğundan çok az farklı olması yeryüzünde hayatın başlamaması için yeterli. Peki bu kadar hassas ayarlamalar tesadüfi mi yoksa bunun arkasında büyük bir zeka mı var? 

Evrenin başlangıcının Big Bang - Büyük Patlama ile olduğu bilinen bir şey. Ama fizikçilerin aklını karıştıran şey ise Big Bang öncesi ne vardı, ne oldu da patlama yaşandı gibi sorular. Ayrıca evrenin tıpkı en baştaki patlamasıyla genişlemesi gibi, en sonunda da büzülüp "Büyük Çöküş" ile yok olacağı teorisi de bilim adamları arasında baskın. Peki bitince ne olacak? İşte kitap yazarın hummalı araştırmaları sonucunda bir cevap sunuyor size: Evren tekrar başlayacak. 

Dini kitaplardaki gibi bir Tanrı yerine, insanın kendi zekasının ürünü olarak yapay zekanın üstün bir zekaya dönüşerek evreni kontrol edeceği teorisine dayanıyor kitap. Dinden örnekler de mevcut, sanki bu zeka planını gelecekte tekrar kullanmak üzere Eski Ahit, Hinduizm, Budizm gibi dinlere saklamış gibi. 

Çok karışık oldu değil mi? Biliyorum ama anlatmaya çalışmak zor. Daha detaylı anlatıp karmaşayı çözmek mevcut ama o zaman çooook daha uzun bir yazı olacak. Okumanız kat kat daha iyi, o zaman ne demek istediğimi fazlasıyla anlayabilirsiniz. Bu tip kitaplara garip bir bağım var nedense. Dan Brown çok severim, kitapları da her defasında bir şey öğretir size (Kayıp Sembol hariç, bir şey hatırlamıyorum o kitaptaki bilgi yüklemesi yüzünden -_-). Ama bu kitaptaki gibi büyük gizem içerek kitaplar daha da çekici. Mesela vakti zamanında yorum yazdığım Şeytan ve Şair kitabında Şekspir'in aslında o kitapları yazmadığı teorisi üzerinden bir kurgu yaratılmıştı. (Yorum için buraya bakabilirsiniz.) Bilinen şeylerin diğer yüzlerini anlatan kitapları benim gibi seviyorsanız bunu da seversiniz.


PS: Kitabın tek gıcık kısmı ana karakter olan Thomas Noronha'nın salaklığı, saflığı, beceriksizliği. Langdon'a bir daha laf etmeyeceğim. Ayrıca bu karakteri seri olarak yazıyor yazar. Merak ettiğim şey ise Langdon kızları gibi Noronha kızları da yaratıp yaratmadığı. Umarım o kısımları uymuyordur. -_-

PS 2: Kitaptaki kurgunun ne kadarının gerçek, ne kadarının kurgu olduğunu bilmediğimi başlarda bir yerlerde belirttim. Yazdıklarımı salt gerçek olarak almayınız lütfen.

PS 3: Kitap ayrıca dünyanın dört bir tarafındaki kütüphanelerce aday gösterilen Uluslararası IMPAC Dublin Edebiyat Ödülü'ne aday. 




Kitap Yorumu: Cennet Gibi | Julia Quinn (Smythe-Smith Quartet, #1)

$
0
0
Orijinal adı: Just Like Heaven
Yazar: Julia Quinn
Yayınevi: Epsilon
Sayfa: 368

Bazen yalnızca arkadaş olmak yetmez, âşık da olursun.

Honoria Smythe-Smith:
A) Berbat keman çalıyor
B) Çocukken ona takılan Böcek isminden dolayı hâlâ kırgın
C) Ağabeyinin en iyi arkadaşına KESİNLİKLE âşık değil
D) Hepsi

Marcus Holroyd:
A) Chatteris Kontu
B) Üzücü şekilde ayağını burkmaya eğilimli
C) En iyi arkadaşının kız kardeşine KESİNLİKLE âşık değil
D) Hepsi

İkisi beraber:
A) Bolca çikolatalı pasta yiyorlar
B) Korkunç bir hastalığı ve dünyanın en kötü müzik gösterisini atlatıyorlar
C) Çaresizce birbirlerine âşık oluyorlar
D) Hepsi

Bu bir JULIA QUINN kitabı, bu yüzden cevapları biliyorsunuz değil mi?


Julia Quinn'e olan hayranlığımı beni tanıyan bilir. Epsilon yayınlanıyor diye paylaştığından beri fellik fellik kitabın çıkmasını bekledim ve çıkar çıkmaz da aldım.


Tabi kitaplığıma bir bakış atmam aslında orijinaline de sahip olduğumu gösterdi bana. Ama nedense Türkçesini bekleme gibi bir huyum var, o yüzden de okumamış olmama şaşmıyorum.

Smythe-Smith müzikallerini yazarın Bridgerton serisinden hatırlayabilirsiniz. İğrenç, korkunç çalarlar ama her sene de sosyete bu müzikale katılır. İşte Honoria kuzenleriyle birlikte berbat çaldıklarını bilse bile bu sene de keman çalmaya hazırlanmaktadır. Abisi Daniel bir skandal yüzünden ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır ve çocukluğundan beri tanıdığı Marcus ile de bir süredir görüşememektedir.

Arka kapak yazısının test şeklinde düzenlenmesi çok şirin olmuş öncelikle. Kısaca kitap hakkında fikir ediniyorsunuz. Evlenmek isteyen Honoria kendinin kurtarılmasını sağlayacak bir plan yapar ve köstebek deliği kazar. Ama oraya Marcus takılıp düşer, bileğini burkar, evinde uşağı çizmesini çıkarmaya çalışırken bacağını keser, o bacak inanılmaz iltihap toplar, şişer ve Honoria bir koşu yardıma gelir annesiyle. Annesinin yardımıyla bacağı kurtarmayı başarırlar ama Honoria Marcus'a farklı bir gözle bakmaya başladığını fark eder. Aynı şekil Marcus da çocukluğunda böcek diye dalga geçtiği bu kızın ne zaman bu kadar güzelleştiğini anlayamaz ve kendini kıza kaptırmış bir şekilde bulur.

Julia Quinn'in klasik tarzında yazdığı bir kitap. Bridgerton serisini özleyenler için de birkaç tanıdık yüz sayesinde (Colin ve Gregory) iyi geliyor. Ayrıca benim bir hayli sevdiğim Lady Danbury de orada. Kısacası JQ sevenin yine bayılacağı bir kitap olmuş. Smythe Smith yayınevinin doğru bir kararla seçtiği seri. Lost Dukes of Wyndham biraz sıkıcıydı, ha yarım kaldı o hoş olmadı ya neyse. Yine de bu serinin bir Bridgerton havası verdiği kesin.

PS: Kitaplığımda serinin ikinci kitabını da buldum, acaba Daniel'ın hikayesini o şekilde mi okusam yoksa yine Türkçesini mi beklesem? Tam bir ikilem.






Kitapçı Günlükleri Vol:10

$
0
0
O kadar aldığım kitaba rağmen yeni çıkan birkaç kitap yüzünden dayanamayıp kendimi Okuoku'dan sipariş verirken buldum.


Aspendos'un yenileri tanıtımlarını gördüğümden beri aklımdaydı. Kaç Benimle zaten uzun zamandır okumak istediğim With Me serisinin ilk kitabı, almamam mümkün değildi. Addison Moore'un kitabı paranormal bir hikaye, daha önce başladıkları Sevecek Biri serisine ait değil. Ve tabi ki Yaralı, sırf kapağı için alınır pardon da :P

Çıplak Sırlar GR puanı da güzel olan bir polisiye aşk kitabı. Umudum çok büyük, seveceğime inanıyorum. Yine ne zamandır dişime göre güzel bir kitap arıyordum bu türde.

Uzun Yağmurlardan Sonra ise son zamanlarda kapıldığım şirin aşk kitapları koleksiyonumun yeni üyesi. Kapağı da ayrı tatlı.

Rachel Gibson ise te ne zaman çıktı ve ben hala almamıştım. Rachel çıkacak da ben okumayacağım? Dünyanın sonu felan demek heralde öyle bir şey.

Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları ise yine dikkatimi çeken bir kitap. Onunla da güzel bir gerilim, heyecan yaşamayı umuyorum. Gördüğüm yorumların hepsi de kitabı baya öven yorumlardı, o yüzden bir hayli ilgimi çekti diyebilirim.


Çekiliş Sonucu!

$
0
0
Eveeeet, bir haftalık çekilişin sonucunu açıklama vakti geldi!

Kübra Okan - Son Pişmanlık
Özlem Yücedağ Ozan - Geç Gelen Mutluluk
Nursena K. - Metres

Kazanan herkese tebrikler :)
Adreslerinizi Facebook sayfasına ya da kitapesintisi@gmail.com adresine mail atabilirsiniz.
Eğer kitaplardan okuduğunuz varsa karşılıklı olarak değiş-tokuş yapabilirsiniz.


Kitap Yorumu: Yaralı | H.M. Ward (Damaged, #1)

$
0
0
Orijinal adı: Damaged
Yazar: H.M. Ward
Yayınevi: Aspendos
Sayfa: 240

Hayat berbat. Ve Sidney ne zaman toparlanacak olsa, ters giden bir şeyler daima oluyor. Hiçbir zaman iyi değildi ama bu sefer farklı. Bu sefer "iyi" doğru bir kelime bile değil.

Peter "mükemmel"in insanda vücut bulmuş hâli. Araftan düşmüş bir melek sanki. Çünkü kabul edelim, bu kadar yakışıklı bir adam, aynı zamanda yaramazdır da. Buraya onun hayatını mahvetmek için gönderilmiş olmalı.

Peter, seksi mavi gözleri, koyu renk saçları ve kaslı vücuduyla güzelden de öte. Büyüleyici zekâsını da katarsak Peter, Sidney'nin bir erkekten isteyebileceği her şeye sahip ama tam mercimek fırına verilmek üzereyken Peter ona kapıyı gösterir. Sidney utançla oradan ayrılır. Olabilecek en kötü tanışma randevusunun sonu. Hayatı bundan daha kötüye gidemezdi herhâlde ama gitti.

Ertesi sabah ise her şey başına yıkılır. Geçen akşam, onu yarı çıplak gören delicesine yakışıklı adam, sınıfta karşısında ders anlatıyor!

Kargodan geldiği gibi başladığım bir kitap oldu Yaralı. Zaten bir hayli kısa, 240 sayfalık rahat bir okuma yani. Kapağını çok beğenip, uzun süredir de orijinalini okumayı düşündüğüm bir kitaptı. Aspendos iyi ki çıkardı, zaten bu ara Aspendos favori yayınevlerim arasında.

Yaralı'nın konusu size İlk Defa romanını hatırlatabilir. Kız oğlanla tam işi pişirecektir, ama bir şey olur ve sonra ertesi gün hocası olarak okulda tekrar karşılaşırlar. Bu hikaye de aynen böyle başlıyor. Kızımız Sidney, en yakın arkadaşının ayarladığı çocuğun Peter olduğunu sanıyor ve ilk defa bir erkeğin yanında iyi hissettiğini fark ediyor. Ama yanlış anlaşılmanın üzerine kızarıp bozarıyor. Tabi neticede yine de onunla ayrılıyor restorandan ama işler yarım kalıyor, oğlan bunu deyim yerindeyse sepetliyor.

Ertesi gün ise hayatını kaybeden hocasının yerine gelen adam olarak karşısına çıkıyor Peter. Sidney aslında onun öğrenci asistanı ve gece dersine de giriyor. Ama üniversite kuralları gereği birbirlerinden uzak durmaları gerek. İkisi de aslında bir hayli "yaralı" ruhlar. Sidney'nin evine dair çok kötü anıları var ve 4 yıldır ailesinden kimseyle konuşmamış. Peter da geçmişindeki kaybı atlatamamış. Ne kadar yasak olsa da birbirlerini göz ardı edemiyorlar ama tam anlamıyla birlikte de olamıyorlar dedikodu çıkmaması için.

Nihayetinde Peter kız uğruna istifa dilekçesini veriyor ama Sidney kendi gibi yaralı bir kızın onun hayatını daha da mahvedeceğine inanıyor ve ondan uzaklaşmak istiyor. Geçmişinden gelen kabusu ve ona sırt çeviren kardeşi dan diye karşısına çıktığında ise işler çirkinleşiyor ve Peter'a sığınmaktan başka bir yol bulamıyor. Bu kitap için giriş demek doğru olur. Dramanın bir kısmını bu kitapta görsek de asıl işler sanki ikinci kitapta gibi. Bu iki yaralı ruhun devam hikayesini de yakın bir zamanda okuruz umarım.





Kitap Yorumu: Papatya Falı | Rachel Gibson (Lovett, Texas, #1)

$
0
0
Orijinal adı: Daisy's Back In Town
Yazar: Rachel Gibson
Yayınevi: Nemesis Kitap
Sayfa: 336


Daisy, yüksek topuklu ayakkabılarının bir daha Lovett kasabasının tozuna bulanmayacağına dair kendine söz vermişti. Ama hayat işte… Geri dönmek zorunda kalacağını kim bilebilirdi ki…

Üstelik her şey bıraktığı gibi duruyordu. Kız kardeşi hâlâ biraz çılgındı. Annesi bahçesini pembe plastik flamingolarla dekore etmeye devam ediyordu. Yıllar önce buruk bir hikâye olarak ardında bıraktığı Jackson ise hâlâ eski günlerdeki gibi çekiciydi. Daisynin, ona mutlaka anlatması gereken bir şey vardı; bir sır… Yıllarca sakladığı ve artık sonuna geldiği için mutlaka açıklamak istediği bir sır.

Jackson ise durmadan karşısına çıkan Daisynin onu takip ettiğini düşünmeye başlamıştı. Ondan uzak durmaya kararlıydı. Aynı hatayı tekrar yapmayacaktı; yapmayacaktı; yapmazdı, değil mi?!

Rachel Gibson kitaplarının hiçbirine yorum yapmamış olmam beni bir hayli şaşırttı, çünkü hem çok severim hem de çıkan tüm kitaplarını okumuş bir insanım. Hatta bu kadının yazar serisini bizde ters sırayla çıkarıp, kalan kitapları çıkarmak için hiçbir çaba göstermediklerini gördüğümde ingilizce kitap okumaya başlamışımdır. Yani aslında bir hayli önemli benim için ama demek sevimli, kısa hikayeler olduğu için yazmamışım.

Yazarın çoğu kitabı gibi bu da bir kasabada geçiyor. Lovett isimli kasabaya 15 yıl sonra geri dönen Daisy, yıllar önce büyük bir hatayla terk ettiği Jack'ten hala etkilendiğini görür. Ama bir gece ansızın en yakın arkadaşı Steven ile evlendiğini ona söyleyip karnında da Jack'in bebeğiyle kasabayı terk edeli 15 yıl geçmiştir, bu yüzden gerçekleri öğrendiğinde ondan bir hayli nefret edeceğine de emindir. Steven'ın kanser yüzünden ölmesi ile de 15 yıldır geciktirdiği "bu çocuk aslında senin oğlun" konuşmasını yapmaya karar veriyor ama kendi ailesinin draması ve aralarındaki çekim yüzünden bunu bir türlü başaramıyor.

Lise aşıklarının hisleri bu defa daha güçlü ama Jack'in ona güvenmeye karar vermesi bir hayli zor. Yine de kalbini tekrar o kadar kırmadan hem kendi hatalarını hem de Daisy'nin hatalarını affetmesi gerekmektedir.

Rachel Gibson, böyle hafif dramalı ilişkileri sıcak kasaba havası içinde anlatmayı seviyor, ben de okumayı seviyorum. Sporcu serisini okuduysanız tabi bu kısaslara uymuyor ama o da kendi içinde gerçekten eğlenceli bir hokey serisi. Ama benim için yazar serisi apayrı, çünkü önce onunla tanıştım yazarla. Yayınevi de istikrarlı bir şekilde yayınlamaya devam ettiği için büyük ihtimalle bu serinin diğer üç kitabını da yakın bir zamanda okuruz. Gerçi ikinci kitap bir hayli ince, o yüzden umarım onu es geçmezler hatta bu özelliğinden dolayı daha yakın bir zamanda çıkarırlar.




Çekiliş Sonuç Güncellemesi!

$
0
0
Özlem Yücedağ Ozan dönüş yapmadığıdan Geçmişten Gelen Mutluluk kitabı için yeni bir kazanan seçmek zorunda kaldım. Yeni kazanan:

Zehra Cantürk!

Tebrikler :) İletişim bilgilerinizi Facebook sayfasına ya da kitapesintisi@gmail.com adresine bekliyorum.

Kitap Yorumu: Gece Geçen Gemiler | Beatrice Harraden

$
0
0
Orijinal adı: Ships that Pass in the Night
Yazar: Beatrice Harraden
Yayınevi: Altınbilek
Sayfa: 158



Zihninizin derinliklerinde biriken umutsuzluğu, bir yaşama amacına nasıl dönüştürürsünüz?
Bernardine. Yüreğine savrulan gözyaşlarının boğuculuğuna direnen Bernardine. Umudunu, yaşama dair her şeyini savaşa kurban edecek olan ve yaşam savaşına, tepesinden cennete baktığı bir hastanenin bahçesinde, karanlık koridorlarında, müşahede odalarında devam edecek olan Bernardine. Tepeden gördüğü körfeze gelen gemilerde umudunu, yaşamının geri kalanını bulmayı ümitle bekleyen, bekledikçe içinde büyüyen hastalığın, kurtuluşunun tek yolu olduğunu bilen Bernardine. Bernardine sizi duygular arasında bir serüvene ve umudun gücünü hissetmeye davet ediyor. Bu kitabı asla unutmayacaksınız…

"Kalbinizi esir alacak sıra dışı bir aşk hikâyesi..."
-Boston Globe-

"Okurken, yanınızda sarılacağınız biri olmasını arzu edeceğiniz kadar gerçek bir dram; derin bir aşkın tanığı olamaya hazır mısınız?"
-Melissa McMagreth - The Shire Magazine-

"Ruh, pişmanlığın farkına vardığında ne olur?.. Yaşamınbu denli büyük bir umutsuzlukla sınanmasından doğan bir büyü var bu kitapta… Ve büyücü bize hep aynı şeyi fısıldıyor: Umudunuza sahip çıkın."
-Roth Camnridge - London Reviewer of Literature-

İki umutsuz karakterin birbirlerinde umudu ve aşkı bulduğu ama sonunda planladıkları o kadar anıyı yaşayamamalarını anlatan bir kitap... Hasta olduklarından dolayı doktor önerisiyle Alpler'de özel bir otelde tanışan iki kayıp ruh Bernardine ve Huysuz Adam. Huysuz Adam'ın bir ismi var: Robert Allitsen. Ama yıllardır o otelde olmasına rağmen kimseyi hayatına sokmayan bencil bir kişiliğe sahip olması ona bu ismi getirmiş. Kendi de farkında ve gerçekten huysuz bir adam.

Bernardine ise hayatı boyunca sevgiyi hissetmemiş, sevilmeyeceğinden değil; öyle bir duyguya sahip olamadığından. Kendini sadece çalışmaya vermiş, insanların diğer meziyetlerini anlayamamış biri Beatrice. Ama kendi eksikliklerini fark edip pişman olması Kurhaus otelinde, bu garip huysuz arkadaşı sayesinde gerçekleşiyor. İşin garibi bu Huysuz Adam'ın da Beatrice'e o derece huysuzluk edesi gelmiyor, onunla dolaşıyor, eski fotoğraf makinesini bile veriyor, uzun uzun konuşuyor.

Kitabın acı kısmı ise sonu kesinlikle. Beatrice iyileşip otelden ayrılıyor ve ikisi de düştükleri umutsuz hale anlam veremiyorlar. Ama tam birleştiler sandığınızda ise... İşte burası canınızı çok acıtıyor, kime ne oluyor söylemeyeceğim tabi. Ondan önce gözlerinizi doldurabilecek derecede yoğun bir mektup yazıp yollayamıyor Robert. Aşağıdaki kısımdan ne derece duygusal olduğunu anlayabilirsiniz:

"Seni küçük şey, seni tatlı küçük şey… Seni asla sevmek istemedim. Şu ana kadar kimseyi sevmedim, kimseye yaklaşmadım. Tüm hayatım boyunca yalnız yaşadım, çünkü ben daha genç bir adamım. Zaman zaman kendime söylerdim: Ona aşık olmayacağım. Bu benim için hiç iyi olmaz, onun için de. Ve sağlığım bu haldeyken evliliği, kendime bir aile kurmayı düşünmeye ne hakkım var? Tabi ki böyle bir şey mümkün değil. Ve ben de düşündüm ki kaderine mahkum edilmiş, hayatın güzelliklerinden koparılmış bir adam olmam sırrımı kendime gömerek seni bu halimle sevemeyeceğim anlamına gelmez; ta ki bu aşk gittikçe içimde büyüyene kadar, çünkü o benim sırrımdı. Buna da bir açıklama getirdim: Seni seviyor olmam, sana zarar veremez. Kimse sevildiği için daha kötü biri olmaz. Böylece ben de yavaş yavaş bu lükse teslim oldum ve bir zamanlar kupkuru olan kalbim yeniden çiçek açmaya başladı. Evet küçük şey, sana kalbimin çiçeklere gömüldüğünü söylediğimde gülümseyeceksin."

Bitirdikten sonra aklımda canlanan sahne ise şuydu: Robert peynir kabıyla ilgilenip fotoğraf makinesiyle oynarken, Beatrice de yanında kitabını yazıyor; birbirlerine saklı gülümsemeler atıyorlar... Ben yapım gereği romantik bir insanım, kitabın sonu koydu valla. Ama nedense bu çifti böyle düşünmeye devam edeceğim.

"Bu sefer daha güçlü yapacağız," deriz kendi kendimize.
Böylece bir kez daha başlarız.
Çok sabırlı oluruz.
Ve bu sırada da yıllar gelir, geçer. 



Kitap Yorumu: Çıplak Sırlar | Liliana Hart (J.J. Grave Mystery, #1)

$
0
0
Orijinal adı: Dirty Little Secrets
Yazar: Liliana Hart
Yayınevi: Martı
Sayfa: 320




Sırlar en derinde gömülü olsa bile, masumiyet maskesi bir gün mutlaka düşer!

Küçük, sakin bir kasabada gerçekleşen dehşet verici bir cinayetin sükûneti bozmasının ardından kasabaya adalet getirmek, tıbbi tetkikçi Jaye ile çocukluk arkadaşı, Dedektif Jake Lawsona düşer. Cinayet vakaları bununla da sınırlı kalmaz ve kasaba halkı bir sinek gibi tek tek avlanmaya devam eder. Her yeni kurbanda şok edici bir sırla karşılaşan Jaye ve Jakein zamanları azalmakta, çember git gide daralmaktadır. Ancak sırlara sahip olan sadece kurbanlar değildir… Yıllar öncesine dayanan bilinmezlikler netlik kazandıkça maskeler bir bir düşmektedir. Tüm bunlar olurken aniden ortaya çıkan tanınmış bir cinayet romanı yazarıyla birlikte olaylar daha da sarpa sarar. Jaye şimdi görevini yapmak ile tutkularına teslim olmak arasındaki ince çizgide yürümek zorundadır.

"Elinizden bırakamayacağınız bir roman. Kadın kahramanın samimiyetine kesinlikle bayılacaksınız. Görünüşe bakılırsa onun bile sırları var!"
-The Book Binge-

Kitabın kapağını görmem merak etmeme yetti en başta. Daha sonradan konusunu okudum ve tamam dedim, bu tam benlik. Katil de şaşırttı beni, e daha ne olsun?

Olay küçük bir kasabada geçiyor. Kasabanın tarihinde yaşanmadığı kadar cinayet bir hafta içinde yaşanıyor. Jack, kasaba şerifi ve Jaye'in de çocukluk arkadaşı. Jaye ise tıp okuduktan sonra bir hastane acilinde çalışırken ailesinin ölümüyle onların cenaze evini işletmeye başlamış, mali durumu pek iyi değil, ayrıca tıbbi tetikçi olarak da görev yapıyor. Ne bu tıbbi tetikçi? İlk okuduğumda bana da bir garip geldi ama küçük kasabadaki adli tabip gibi bir şey olduğunu düşünürseniz yetecektir. Ceset dolabı bir anda hiç bu kadar dolmayan Jaye'in kafasını karıştıran bir de ünlü yazar geliyor kasabaya.

En başlarda sık sık bu cinayet romanı yazarının katil olduğunu düşürdüm, çıkmayınca da bir hayli şaşırdım. Neyse ki kurguda bu çeşit bir basitlik yoktu, katil beni şaşırttı hatta. Okurken cidden dikkat etmek gerekiyormuş bunu anladım. Kitabın yıldız çifti Jack ile Jaye olmalı diye diye Jaye ile kasabaya gelen yazar arasındaki ilişkiye bütün kitap şaşırdım, bunu söylemeliyim. Bu kısımdan da hiç beklediğim gibi çıkmadı ama final beni şaşırtmaya yetti de arttı bile.

Kitabın en güzel kısmı ise karakterler kesinlikle. Jaye beklemediğim gibi çıktı, çok samimi ve de komik bir kız. Jake ile muhabbetleri de eğlenceli, Jake'in kendisi zateeeen kıza yıllardır yanıkmış ama bizimki tabi yine önündekini göremeyen kızlardan çıktı. Jaye'in diğer J ile başlayan ismini (J.J. diyorlar kısaca kıza) bir türlü öğrenemedik ama o da ikinci kitaba kalsın artık.

Eğlenceli bir romantik gerilim romanı. Bu tip kitapları seviyorsanız bunu da seversiniz bence.




Kitap Yorumu: Bir Aşk Çarpıntısı | Marie Force (The McCarthys of Gansett Island, #1)

$
0
0
Orijinal adı: Maid for Love
Yazar: Marie Force
Yayınevi: Novella
Sayfa: 320

Hayata yön veren büyülü anlar vardır…

Gansett Adasında tek çocuğuyla yaşayan ve çevresi tarafından çirkin iftiralara maruz kalan dul bir kadının hayatı, bir trafik kazasıyla tamamen değişir. Bisikletiyle işine gitmek üzereyken bir arabanın kendisine çarpmasıyla çalışamayacak hale gelen Maddie, tahmin bile edemeyeceği gelişmelerle karşılaşır.

Varlıklı ve tanınmış bir ailenin en büyük oğlu Mac, bir hapishane olarak gördüğü ve üniversite bahanesiyle ayrıldığı adaya ailevi bir meseleden dolayı geçici süreliğine dönüş yapar. Doğup büyüdüğü yere adımını attıktan dakikalar sonra yaşadığı bir olay, genç adamın adaya dair düşüncelerini tamamen değiştirir. Gansett Adası, farklı hayatlara sahip iki insana kimi zaman yürekleri burkan kimi zaman yüzleri gülümseten bir oyun hazırlığındadır…

"İnsana iyi gelen hikâyesi, merak uyandıran karakterleri ve duygusal dokunuşlarıyla doyumsuz bir okuma sunan Bir Aşk Çarpıntısı, okuru yazarın sonraki kitapları için heyecanlandırıyor."
Joyfully Reviewed

"Bir Aşk Çarpıntısı, insana ilham veren büyüleyici bir roman. Marie Force, yarattığı karakterleri ve hayranlık uyandıran kurgusuyla okurla arasında güçlü bir bağ kurmayı başarıyor."
Booklist Online

"Marie Force, Bir Aşk Çarpıntısı ile sizleri aşkın karşı konulmaz gücüne bir kez daha inandırıyor."
Carly Phillips

Son zamanlarda Novella'dan çıkan kitapları okuyorum, gayet de iyi kitaplar hani. Bu kitap mesela benim okuma listemdeydi ingilizce olarak, ama baktım ki çıkmış daha fazla geciktirmeyeyim dedim ve çok eğlendim okurken. Klasik kasaba halkı misali burada da ada halkı var. Herkes birbirini tanıyor, kim gelmiş, kim ne yapmış her şey biliniyor; işte o tarz bir yer. Mac, adanın bilinen ailesi McCarthy ailesinden. Uzun süre sonra memleketine dönüyor ve daha ilk gün bisikletli bir kadın ile çarpışıyor.

Bisikletli kadınımız ise Maddie. Maddie için hayat bir hayli zor geçmiş, adı kötüye çıkmış ama aslında lisede kurban olduğu bir durum yüzünden. Ailesinin de ünü pek iyi değil, o yüzden adını temizlemekle felan hiç uğraşmamış. McGarret otelinde temizlik yaparak kendine ve minik oğluna bakmaya çalışan Maddie, bisiklet kazası yüzünden yaralandığında çalışamayacağını anlar ve panik olur. İşte tam bu sırada çarptığı bu güzel kadını aklından çıkaramayan Mac ona yardım etmeye karar verir.

Evde yardımına koşar, oğlunun altını değiştirmeyi başarır, minik oğlanı bir hayli eğlendirir, hatta otele gidip Maddie'nin yaptığı gibi temizlik bile yapar. İşte burada heralde Mac'e duyduğum sempati tavan yapmış olabilir. Böyle şirin bir adama şirin bir son yakışır tabi, ama öncesinde Maddie'nin oğlunun babası adaya gelir, Mac Maddie'nin adını temizlemeye çalışırken çatışmaya düşer ikili... Dramalı anlardan sonra gelen son gayet iyi.

Ben bu tarz kitaplara otomatikman çekiliyorum. Şirin olsun, bebek olsun, aşk olsun, daha ne olsun. Size de hitap eden bir türse bunu da okumadan geçmemelisiniz. Herkese bir Mac inşallah.


24. ÜKG Blog Turu: Efsane | Marie Lu (Kitap Yorumu)

$
0
0

Uzun bir zaman boyunca dört gözle bekledik beraber biliyorum. İşte o gün geldi ve Efsane kitapçılara düştü, ÜKG'nin 24. blog turunda da karşınızda!

Program
7.05 - Kitap Yorumu ( Kitab-ı Sevda)
7.05 - Kitap Yorumu ( Yorumbaz )
8.05 - Yazar Hakkında (Zimlicious)
9.05 - Kitap Yorumu ( Kitap Hayvanı)
9.05 - Kitap Yorumu ( Kitap Esintisi)
10.05 - Kitap Yorumu (Sevgili Kitap)
10.05 - Kitap Yorumu (Romancekolik)


Gerçek, Efsane’ye dönüşecek
Los Angeles, Kaliforniya Cumhuriyeti, 2130
Nüfus: 20,174,282

Bir zamanlar Amerika Birleşik Devletleri’nin batı kıyısı olarak bilinen yerde şimdi Cumhuriyet adında, komşularıyla sürekli savaşan bir ülke vardır.
Cumhuriyet’in seçkin sınıfından gelen on beş yaşındaki üstün yetenekli June, askerî bir dehaya sahiptir. İtaatkâr, hırslı ve kendini ülkesine adamış bu genç kız onun uğruna her şeyi yapmaya hazırdır.
Fakir bir aileden gelen on beş yaşındaki Day ise ülkenin en çok aranan suçlusu ve bir devlet düşmanıdır.
Kendisi gibi asker olan ağabeyi Metias öldürülünce June, Day’in peşine düşer. İnandıkları şeyler uğruna savaşan bu iki gencin kesişen yolları, onları Cumhuriyet’in karanlık sırlarına götürecektir.
Aylardır beklediğimiz kitaptı Efsane. Nihayet ellerime aldığımda da beklediğimize değmiş dedim açıkçası. Ciltli evet, ama sayfa baskısı da inanılmaz iyi. Ancak elinize alıp az bir süre göz attığınız zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Gelelim konusuna: Kitap bir distopya romanı. Yani farklı bir dünya düzeninden farklı sistemleri anlatıyor diyebiliriz. Burada da zaman yine yıllar sonrası. İnsanlar Cumhuriyet ve Koloniler olarak ikiye ayrılmış. Aslında şu anki düzen Cumhuriyet'e karşı olan insanlar farklı isimler altında olsa da hedef aynı: Cumhuriyet'i devirmek.


Cumhuriyet baskıcı bir toplum. 10 yaşına gelen çocukları teste sokuyor ve başarısız olanları eleyip çalışma kamplarına yolluyor - ya da en başında öyle sanıyoruz. Testten belli bir puan üstünü alanlar ise devletin üst kademelerinde görev alacak şekilde çeşitli eğitimlere giriyorlar. 

June bu testten tam puan almış bir deha. Onun gibi biri daha önce çıkmamış. Yaşıtlarından çok önce okulları bitirmiş, her dersi en üst notlarla geçmekte olan, biraz da okulda sınırlar konusunda rahat bir kız. Day ise testte başarısız olmuş, ufak tefek suçlara karışmış, bir türlü yakalanamamış, bu yüzden de Cumhuriyet tarafından nefret edilen bir çocuk. Bu iki karakterin yolları illa ki kesişecekti ama June'n hayatında olan bazı şeyler (kitabı alınız) bu süreyi bir hayli kısaltıyor.

June intikam duygusuyla bu oğlanı aramaya başlar ve karıştığı bir sokak dövüşünde yolları kesişir. Ama garip olan şudur ki onun Day olduğunu anlamaz ve bu güzel çocuktan neden bu kadar etkilendiğini bir türlü de çözemez. İşte buradan sonra olacak olan her şey inanılmaz heyecanlı. İhanetler, saldırılar, öfke, aşk... Ne ararsanız bulabileceğiniz ve de okumaktan kendinizi alamayacağınız kısımlar işte burası.


Şimdi işin diğer kısımlarına geliyorum. İki karakteri de sevdim ben, cidden hani. June yaşına göre - ikisi de 15 yaşındalar bu arada - bir hayli olgun, Day de aslında bir hayli zeki ve düşünce yapıları iki karakterin de çok ilginç. İkisi de büyük ihanetlere uğruyorlar ama yine dönüp dolaşıp birbirlerine tutunuyorlar. Allahın sevimlileri işte gerçi acıyorsunuz da bu ikiliye.

Neyse efendim, benim daha söyleyecek çok lafım var ama spoiler vermemek adına kısa kesiyorum. Belki başka serilerden benzerlikler yakalayabilirsiniz ama yine de bu genç ikilinin başından geçenlere de şans vermek gerek. O değil de ikinci kitap çok kötü bitiyormuş, şimdiden onun tasasına girdim :P

"Sana sokakta kullandığın ismi hiç sormamıştım. Neden Day?"
"Her gün yeni bir yirmi dört saat demek. Her yeni gün her şeyin tekrar mümkün olması demek. Anın içinde yaşıyorsun, anın içinde ölüyorsun, geçmişi ya da geleceği düşünmeden." Vagonun açık kapısından karanlık su şeritlerinin dünyayı örttüğü yere doğru baktı. "Işıkta yürümeye çalışıyorsun."




Kitap Yorumu: Cadıların Keşfi | Deborah Harkness (All Souls Triology, #1)

$
0
0
Orijinal adı: A Discovery of Witches
Yazar: Deborah Harkness
Yayınevi: Pegasus
Sayfa: 672



Olağanüstü güçlere sahip bir cadı, imkansızlıklara direnen yasak bir aşk ve her şeyi başlatan gizemli bir el yazması.

Oxford'un Bodleian Kütüphanesi'ndeki kitap raflarının arasında araştırma yapan genç akademisyen Diana Bishop, tesadüfen simyacılıkla ilgili eski bir el yazması bulur. Köklü ve seçkin bir cadı ailesinden gelen Diana'nın yaptığı bu keşif yeraltında doğaüstü bir karışıklığa sebep olarak iblis, cadı ve vampirlerin kısa sürede kütüphaneye doluşmasına yol açar. Diana, yüzyıllardır aranan bir hazine keşfetmiştir ve her şeyi yoluna koyabilecek tek kişi de yine kendisidir. Bu zorlu mücadelede en büyük destekçisi ise onu hiç yalnız bırakmayan, her türlü fedakarlığı göze alıp kendi soyunun karşısında duran meslektaşı, vampir Matthew olacaktır.


Cadıların Keşfi bu ara okuduğum en sürükleyici ve en ilginç kitaplardan biriydi. Kalınlığı ve de punto küçüklüğüne bakacak olursak, beni bu şekilde sürükleyen az kitap vardır desem yalan olmaz. Öncelikle yazardan bahsetmek gerek bence, çünkü kurgu neden bu kadar iyi onu en baştan bir anlayın.

Deborah Harkness aslında kendi alanında bir hayli ünlü bir tıp ve bilim tarihçisi. Yani hayatını geçmişteki ilerlemeleri, ilginç metinleri bulup araştırmaya adamış. Bu yüzden asıl karakterimiz Diana'nın simya üzerine araştırma yapan bir tarihçi olması çok da şaşırtmamalı insanı. Aynı şekilde Matthew da bir akademisyen, ama o biraz daha bilim yönüne kaymış.

Diana bir cadı ama ailesinin ölümü üzerine türünü reddetmiş, büyü yapmayı bilmez, sadece kolay şeyleri - işte mesela kitaplıktan kitabı eline düşürmek gibi - yapmayı bilen biri. Ama nasıl olduysa kütüphanenin derinliklerinde yıllardır saklanan Ashmole isimli eski ve bir hayli önemli yazmayı kendisine çekince bütün dünyası alt üst oluyor denebilir. Yazmanın içeriği ise doğaüstü üç tür (vampir, cadı, iblis) hakkındaki başlangıç bilgileri. Yani kim nereden nasıl oluştu, neden böyle gidiyor vs. üzerine.

Matthew'ın gözü de bu yazmanın üzerinde, çünkü doğaüstü türlerin sayısının gittikçe azaldığına inanmış bir halde. Bu metin sayesinde bir şeyler yapabileceğini düşünen Matthew, Diana isimli bu cadıdan bir şekilde bilgi koparıp belgeyi kendine almak istiyor. Hatta yüzyıllardır bu belge peşinde ama Diana ona yardım etmeyi kesinlikle düşünmüyor.

Diana'nın belgeyi açığa çıkarması üzerine her yer yaratık kaynamaya başlıyor ve bir sürü tehdit de alıyor Diana. Ve koruyucu rolüne de tahmin edersiniz ki Matthew koşuyor ve neden bu cadıya kapıldığını çözmeye çalışıyor. Zor oluyor ama garip bir şekilde cadı ile vampir bir çift oluyor. Sadece bu bile bazı dengelerin değiştiğini gösteriyor, hatta kitapta anlatılan başka başka şeyler var, oradan da anlıyorsunuz durumu.

Türlerin karışmasını kesinlikle yasaklayan bir de konsil var kitapta. Her yaratıktan 3 kişinin bulunduğu bu konsil Diana ve Matthew'ın yakınlaşmasından hiç hoşnut değil tahmin edersiniz ki. Ashmole onlar için de bir hayli önemli tabi. Yan karakterlerden bahsetmedim ama aslında onlar da olayın büyük bir parçası. Tek sıkıntı bitince ikinci kitap da elimin altında olsaydı diyorsunuz, çünkü ilginç bir şekilde bitiyor.

Türüne göre konusu farklı geldi bana. Hem yaratık türü az - ki gerçekten az şimdi yani hak verirsiniz - hem de ilk defa nereden çıktı bu doğaüstü kısım diye bir arayış var kitapta. Tabi ki kitabın belli sahneleri var ki tırnaklarınızı kemiriyorsunuz ne olacak diye. Kitabı okuyanlar nereden bahsettiğimi anladı bence :P

Kesinlikle yazarın kendi bilgisi ve yeteneği diyorum bu güzel kitaba. İyi ki Pegasus bulmuş getirmiş bize de okumuş olduk sayesinde. Açıkçası pek duymadığım bir seriydi, ikinci kitap yayınlanmış ama final kitabı yurt dışında temmuzda yayınlanıyor. Goodreads'in ödüllü kitaplarından ayrıca, tabi puanı da bir hayli güzel. Demek ki paranormal özleyenler bu kitaba saldırabilirmiş.

Kitabı okurken birileri ile dertleşmek isteyebilirsiniz. Mesela Okyanusun Sözleri benimle bir hayli dertleşti ama Kitab-ı Sevda'ya spoiler vermemek için akla karayı seçti. Onlar da yakın zamanda kendi yorumlarını paylaşırlar heralde :P






Kitap Yorumu: Bir Tuhaf Turta Davası | Alan Bradley (Flavia de Luce, #1)

$
0
0
Orijinal adı: The Sweetness at the Bottom of the Pie
Yazar: Alan Bradley
Yayınevi: Domingo
Sayfa: 348




İlk Hançer Ödülü sahibi Alan Bradley bu muzip ve zekice yazılmış ilk romanında son zamanların en benzersiz ve hoş dişi kahramanlarından birini yaratıyor: zehre yönelik özel bir tutkuya sahip on bir yaşındaki kimyager adayı Flavia de Luce. Zaman, 1950 yazı. Flavia'nın yaşadığı köhne İngiliz malikanesi Buckshaw'da bir dizi izah edilemez olay gerçekleşmiştir. Kapı eşiğinde ölü bir kuş bulunmuştur, hem de gagası tuhaf şekilde bir posta puluna saplanmış halde. Saatler sonra Flavia salatalıkların arasında yatmakta olan bir adam bulur ve onun son nefesini verişine tanık olur. Bu olay karşısında hem dehşete düşen hem de büyük bir heyecan yaşayan Flavia için Buckshaw'a cinayetin gelişiyle birlikte hayat gerçek anlamda başlar adeta. "Keşke korktuğumu söyleyebilseydim, ama korkmadım. Tam tersi. Açık arayla ömrüm boyunca başıma gelen en ilginç şeydi bu."

Sürükleyici bir polisiye olmanın yanı sıra dönemin keskin bir portresini de sunan Bir Tuhaf Turta Davası, leziz bir edebi tada sahip, ustaca anlatılmış bir kandırmacalar hikâyesi.
Bir Tuhaf Turta Davası, D&R'ın 5 TL kampanyasında gözümden kaçırıp almadığım, almadığıma hayıflandığımı hatırlayan Kitab-ı Sevda'nın ise gelişinde bana hediye ettiği bir kitap. Ben de teee o kadar yollardan geldiği için bu kitabı ertelemeyeyim dedim, iyi ki de öyle dedim.

Arka kapağını felan hiç okumadan daldım kitaba, yani hiçbir fikrim yoktu ana karakterin 11 yaşında olduğundan. Flavia de Luce, soğuk ve garip bir ailede büyümüş ama ablaları onunla, o da ablalarıyla sürekli uğraşıyor. Daha en başta kendini dolabın içinde buluyor Flavia ve oradan çıkıp ablalarına yapacağı hain planları kafasında tasarlayarak labaratuvarına yürümeye başlıyor. Laboratuvar diyorum, çünkü 11 yaşında ama feci bir kimya dehası. En sevdiği konu ise zehirler. İşte ana karakter bu kadar garip bir kız. 

Eve gelen yabancıyı babasıyla tartıştıktan sonra salatalıkların içinde ölü bulan da Flavia oluyor. Öyle bir kimyager burnu var ki aklına geç de gelse adamın neyle zehirlendiğini şıp diye çıkarıyor hatta. Polisler, soruşturna vs. derken şüpheli olarak babasını alıp götürüyorlar bir de. Zaten olayı soruşturmaya kendini kaptırmış bu zeki, küçük kız daha da azimle asılıyor soruşturmalarına. 

 Alan Bradley'de böyle haşarı bir karakteri yaratacak tip var bence :D

Bütün her şey aslında pullarla ilgili. Kitapta Flavia'nın babası gibi pul koleksiyoncuları var birkaç tane. Bu koleksiyon "gel evde sana pul koleksiyonumu göstereyim" tarzı bir şey değil, cidden özenle toplanmış. Senelerden 1950 olduğu için o kadar da garip değil tabi bu durum. Ama asıl önemli olan her koleksiyonca deli gibi aranan Ulster İntikamcısı isimli pul. Toplam iki tanesi kurtulabilmiş, biri kraliçeye ait, diğeri de kitapta tanışacağımız Dr. Kissing'e ait. Ama doktordaki yıllar önce kayboluyor, kraliçeye ait olansa geçen aylarda bir müzeden çalınıyor. İşte bu iki pul uğruna sürüsüne şey dönüyor kitapta. 

Karakter 11 yaşında olunca hikaye inanılmaz eğlenceli oluyor bence. Zehir takıntısı ve o zehirleri ablalarına sürekli uyguladığını hayal etmesi kulağa garip gelse de masum aslında. En büyük ablasına bir hayli çektiriyor da, rujuna garip bir madde karıştırıyor ya da kullandığı başka bir nesnesine bir şeyler bulaştırıyor ve kovalamaca en baştan başlıyor. Seri devam etseymiş de bu küçük kızın maceralarını biraz daha okuyabilseymişiz keşke. 




Kitap Yorumu: Private Practice | Samanthe Beck

$
0
0
Kitap Adı: Private Practice
Yazar: Samanthe Beck
Yayınevi: Entangled Publishing: Brazen
Sayfa: 263
Türkçe edisyon: Yok.

He’ll teach her how to bring a man to his knees…
Dr. Ellie Swan has a plan: open her practice in tiny Bluelick, Kentucky, so she can keep an eye on her diabetic father, and make hometown golden-boy Roger Reynolds fall in love with her. But Ellie has a problem. Roger seeks a skilled, sexually adventurous partner, and bookish Ellie doesn’t qualify.

Tyler Longfoot only cares about three things: shaking his bad boy image, qualifying for the loan his company needs to rehab a piece of Bluelick’s history, and convincing Ellie to keep quiet about the “incident” that lands him on her doorstep at two a.m. with a bullet in his behind.

The adorable Dr. Swan drives a mean bargain, though. If sex-on-a-stick Tyler will teach Ellie how to bring a man to his knees, she’ll forget about the bullet. Armed with The Wild Woman’s Guide to Sex and Tyler’s lessons, Ellie is confident she can become what Roger needs…if she doesn’t fall for Tyler first.


Ellie, tıp okuduktan sonra hem babasıyla işleri yoluna koymak için hem de kendi kliniğini açmak için kasabasına geri döner. Lisede göz ardı edilen ama şimdi alımlı bir kadına dönüşen - ne yazık ki kendisi o kadar da farkında değil - Ellie'nin duyduğu bir dedikodu sayesinde içine bir umut dolar. Dedikoduya göre yıllardır gizliden gizliye aşık olduğu Roger nişanlısından ayrılmıştır ama gösterdiği gerekçe ise nişanlısına göre yatakta daha çılgın bir kadın istemesidir.

Ellie bunu duyduktan sonra Roger'ın aradığı o kadın olmaya karar verir. Bir gece yarısı evine yaralı olarak gelen Tyler ise tam da ona hocalık yapacak cinste bir adamdır. Bağlanmaya kararlı olmayan, gününü gün eden bu haşarı çocuk ilk başta teklife bir hayli şaşırsa da karşısındaki güzel kadını reddetmek istemez. Her ne kadar dersler Ellie'nin istediği doğrultuda gitmese de şaşırtıcı bir şekilde Roger'ı ayartmak istediğini unutmaya başlar ve hoca olarak anlaştığı adam yavaştan da kalbine girmeye başlar.

Aslında Roger'ı ayartmasına gerek yoktur, çünkü ayartması mümkün değildir. Kendi liginde oynamaya karar veren Roger'ın gay olduğunu bir tek Ellie göremez zaten. Derslerin bitmesini istemeyen Tyler da ona yardım etmez ve ikisi de kalplerini birbirine kaptırmış olarak bulurlar kendilerini.

Evet baya klişe bir konu ama nedense sıkılmadan, bir günde okutuyor kendini. Özellikle Ellie'nin inanılmaz derecede düz mantık olması kitabın en komik kısmı. Adam kalbim ağrıyor diyor, bizimki tüm tıp bilgisiyle işin romantikliğini anlamayıp teşhis koymaya çalışıyor o derece. Böyle deniz kenarında, hafta sonu evde rahatlıkla okunacak bir kitap bence.




25. ÜKG Blog Turu: Bela | Sally Green

$
0
0

Tüm dünyada uzun süredir merakla beklenen bir kitaptı Bela. Hal böyle olunca blog turumuzun onur üyesi oldu.

Tur Takvimi

26.05 | Romancekolik - Tanıtım Videosu & Ön Okuma
26.05 | Zimlicious - Yorum
27.05 | Kitap Esintisi - Yorum
28.05 | Yorumbaz - Yorum
28.05 | Kitap Hayvanı'nın Günlüğü - Yorum
29.05 | Sevgili Kitap - Yorum & Okuyucu Testi
29.05 | Kitab-ı Sevda - Yorum






Sen bir cadısın, yarı Ak, yarı Kara. Okuyamıyor, yazamıyorsun ama iyileşiyorsun hızla. Karanlık çökünce kapalı bir yerde kalırsan hasta oluyorsun. Annalise'e çok âşıksın ama Ak Cadılardan nefret ediyorsun. On dört yaşından beri bir kafesin içinde tutsaksın. Kaçmalı ve o korkunç, katil babanı bulmalısın. Bunu başarmalısın, on yedinci yaş gününden önce hem de. Çünkü sen yok edilmesi gereken bir Bela'sın.

"Karanlık ve tüyler ürperticibir hikaye, unutulmaz bir anakarakter."
-Publishers Weekly-

"İyiyle kötünün sınırlarını zorlayan,korkutucu ve çarpıcı bir kitap. Nathan'ınhayatta kalma savaşı incecik bir ipin ucunda -üstelik bu daha başlangıç."
-Booklist-

"Fazlasıyla iyi ve tehlikeli bir şekilde bağımlılık yapıcı."
-Time-

Konusundan anlaşılacağı gibi kitapta iki tür cadı var. Ak cadılar toplumun iyileri, kara cadılar ise toplumun kötüleri olarak tanıtılsa da, tüm kara cadıları yok etmeyi kendilerine görev bile ak cadıların da masum olduklarını söyleyemeyiz bence.

Kitabın asıl karakteri Nathan melez. Annes ibir ak cadı, babası ise tarihin en güçlü kara cadılarından biri. Bu yüzden de toplum ondan nispeten korkuyor. Diğer ak cadılar çocuklarının onunla görüşmesini istemiyor. Evde üvey kardeşleri ve büyük annesiyle yaşıyor. Yani ev halkı komple ak cadı ama bu onların Nathan'ı dışlamalarına sebep olmuyor. Tabi istisnai olarak abla Jessica var, o Nathan'dan inanılmaz derecede nefret ediyor. Zaten sonra kara cadı avlamak için avcı grubuna katılıyor.



Annalise isimli güzel bir kıza içten içe vuruluyor. Annalise köklü bir ak cadı ailesinden geldiği için Nathan'ın başına kızın aile üyeleri yüzünden bir sürü şey geliyor hatta. Ama tıpkı annesinin kara büyücüye tutulması gibi Annalise'in de ona karşı bir şeyler hissettiğine emin oluyoruz ama malesef bu ilişkinin nereye gittiğini göremiyoruz, çünkü Nathan evinden alınıp zorla kafese konuyor.


Günler boyunca kafesinden kaçma planları yapan Nathan, kaçma teşebbüslerinde başarılı olamıyor, çünkü gözetmeni çok güçlü. Uzun bir süre boyunca hayatı sabit bir ritim tutturmuş olsa da dengeler yine değişiyor ve onu kafesten alıp ak cadıların meclisine götürüyorlar. Ve nihayet kendinden bu kadar korksalar da neden onu öldürmediklerini anlıyor: Onu bir silah olarak kullanıp babasını ele geçirmeye çalışacaklar. Nathan tabi ölse babasına onu yapmaz, ama anlamıyorlar.


Bütün olay meclisten kaçıp bulmaya çalıştığı garip bir kara cadının yardımıyla değişiyor, kurguya eklenen yeni karakterler ve yeni olay zinciri kitabı sonlarına doğru daha da çekici yapıyor bence. Evet Annalise var tabi ama bence ondan çok daha önemli şeyler yaşanıyor. Mesela baba ile tanışma...

Kesinlikle bir üçlemenin başlangıcı olarak bir hayli umut vaat ediyor Bela. İlk kitabın ardından gelecek kitaplar da bence bu derece heyecanlı olacak. Daha yayınlanmadan film hakları da alındığı için bu kurguyu beyaz perdede görme olasılığımız da bir hayli yüksek. Nathan'ın yaşadıkları, ilişkileri, istekleri ve korkuları hikayenin aklınızdan çıkmayacak kısımları. Kimsenin istemediği ama peşinden de ayrılmadıkları bu melez cadı Nathan bakalım sizi çekecek mi?





Kitap Yorumu: Sona Kalan | Tess Gerritsen (Rizzoli & Isles, #10)

$
0
0
Orijinal adı: Last To Die
Yazar: Tess Gerritsen
Yayınevi: Martı
Sayfa: 477

Herkesin yarası vardır, ama bazılarınınki daha belirgindir…
Bambaşka hayatlara ait Claire, Will ve Teddy adında üç masum çocuğun yolları bir anda, hiç beklenmedik bir trajediyle kesişir. Önce aileleri, ardından koruyucu aileleri katledilen bu çocuklar için artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Peki, onları bir araya getiren bu sarsıcı olaylar bir rastlantı mı yoksa birbirleriyle bağlantılı gerçeklerin önemli bir halkası mıdır?

Jane Rizzoli ile Maura Isles, katledilen ailelerle ilgili araştırmalarını derinleştirdikçe uzayan sır perdesini aralayabilecek, bu çocukları bekleyen korkunç kaderi değiştirebilecekler midir?

Gerritsen her zamanki gibi mükemmel karakterler ve gizemli kurgular yaratmadaki ustalığını konuşturmuş.
-The Washington Post-

"Rizzoli'nin, günümüzde yazılmış en iyi dedektif karakterlerinden biri olduğu bir kez daha anlaşılıyor."
-Fresh Fiction-


Serinin bu son yayınlanan kitabını uzun süredir kitaplığımda bekletiyordum. Şu an anlıyorum ki inanılmaz bir salaklık yapmışım.  En son okuduğum Sessiz Kız'a resmen tapmıştım, neyine sonrasında gelen kitabı beklettim anlamıyorum. Hem de Rizzoli kitabı yani, kendimi sizin yerinize de esefle kınadım.

Şimdi kitaba gelecek olursak... Hemen 6. kitabı hatırlatayım önce, çünkü Mefisto Kulübü'nü bilmiyorsanız kurgu havada kalır. Karakterlerin çoğunu - Lily Saul, Antony Sansone - çat diye tanıyacaksınız 6'yı okuduysanız. Evensong isminde Sansone'e, daha doğrusu Mefisto Kulübü'ne ait olan mükemmel bir okul var. Ama tüm öğrencileri hayatlarında büyük kayıplar yaşamış. Mefisto Kulübü de vizyonu gereği yaşayan şeytanlarla savaştığından, bu tip çocuklara hemen kol kanat germeye başlamış. Hatta öğrencilerden biri olan Julian'ı sekizinci kitap Buz Gibi Soğuk'tan hatırlayabilirsiniz. Maura ile hayatta kalmaya çalıştıklarında aralarında garip bir anne-oğul ilişkisi oluşmuştu. İşte Maura da tatil niyetine Evensong'a geliyor, hem Julian'ı görürüm hem de okula bakarım diye ama iş peşini bırakmıyor. Evensong'da insanlar ölmeye başlıyor.


Maura cephenin içindeyken, Jane de Boston'dan işleri halletmeye çalışıyor. Tüm ailenin katliama gittiği bir davada çalışıyor, zaten her şeyin başlangıcı bu ama dava sorumlusu Crowe isimli salak. Hani adam dizide de gıcık, kitapta duble gıcık öyle diyebilirim. Kurtulan çocuk Teddy'nin koruyucu ailesi öldürülüyor. Ama geçmişe dönüp baktıklarında öz anne ve babasının da öldürüldüğünü görüyorlar. Ardından Jane onun gibi iki çocuk daha olduğunu keşfediyor ve çocukların da Evensong'da eğitim aldığını görüyor. Bu yüzden de Teddy'nin de oraya gönderilmesini mantıklı buluyorlar. Peşlerinde biri var, hayatta kalan son insanlar da bu çocuklar olduğu için katil yine harekete geçecek ve onları en iyi Evensong okulunda kalmak korur diye düşünüyorlar. Ama sizce öyle oluyor mu?

Tüm olay bir garip, Jane de bu yüzden bir türlü anlayamıyor ama işin içinde CIA felan olduğunu kitabın sonlarına doğru anlıyoruz. Maura hala okulda, Jane ise nihayet çocukları avlayanın kim olduğunu anlayıp okula koşturmaya başlıyor. Yine tıpkı Mefisto Kulübü'nde olan yaşanıyor. Her yeri gayet güzel kilitliyorlar, dışarıdan birinin girmesini engelliyorlar ama gelin görün ki katil çoktan içeride! Yani birebir 6. kitap. Okuyanlar nereden bahsettiğim anladılar tabi ki. İşte bunun üzerine Maura geriliyor, Sansone geriliyor, siz geriliyorsunuz... Jane nerede kaldı diyorsunuz... Ama şu son 30-40 sayfada oha dediğim büyük bir şey oldu. Yaklaşık 10 sayfa sonra o oha'yı geri aldım, çok daha büyük bir oha oldu. Hani anlatamam gerçekten. Mükemmel gerildim diyebilirim.

Kurgu harika, ama Maura gene yalnız. Her yorumumda dert yanıyorum, Sansone ile Maura mükemmel çift olacaklar ama bir türlü önlerini göremiyorlar. Açıkçası Maura göremiyor, hatta Jane ile direk söylüyor o derece. Ve bence ilk defa bu kitapta Maura'nın Jane için ne kadar önemli olduğunu da anlıyoruz.

Her şey bir yana, kitaptaki kurgu, komplo o kadar iyi ki yine kitabı bitirip duvara baktığım bir an yaşadım diyebilirim. Tess abla kesinlikle kendini aşıyor. Bu serinin dışındaki kitapları da iyi ama kesinlikle bu seri kadar iyi değil. O yüzden belki de polisiye severlerin en en en çok okuması gereken yazar Tess Gerritsen.

11. kitap yurt dışında aralık ayında çıkacak, bize de çok geç kalmaz heralde. Bu arada serinin 8. ve 9. kitaplarına yaptığım yorumlara da bakabilirsiniz:

Buz Gibi Soğuk - 8. Kitap
Sessiz Kız - 9. Kitap






BU HÜRRİYET ÇOK ''SOSYAL'' !

$
0
0
Hurriyet.com.tr geçtiğimiz günlerde yeni bir projeyi takipçileri ile buluşturdu. Bu proje aslında Hürriyet markasını çok daha sosyal bir hale getiriyor, Hürriyet’i sadece bir haber sitesi olmaktan çıkarıp dijital dünyanın hızı ve etkileşimini kucaklayan bir sosyal platforma dönüştürüyor.
Öncelikle Hürriyet Sosyal’e üye olmanız  gerekiyor. Aslında bu üyelik bu sosyal dünyaya giriş anahtarınız. Sonrasında bu anahtarla giriş yaptığınız dünyayı ne kadar aktif kullanacağınız size kalmış. Bir blog yazarı olarak blogumdaki içerikleri hürriyet sosyal takipçileri ile buluşturabiliyor, günün bana göre dikkat çeken haberlerini bu platformdaki takipçilerimle buluşturabiliyorum. Düşünsenize, hurriyet.com.tr ‘de kendi haberlerinizi paylaşabileceğiniz bir alan daha sizi bekliyor!
İlgi alanınıza göre kategorileri belirleyebiliyor ve bu sayede sizi gerçekten ilgilendiren gelişmeleri çok daha hızlı bir şekilde öğrenebiliyorsunuz. Bir müzik bloggerı olarak bu özelliği şüphesiz ağırlıklı olarak kültür sanat kategorisinde kullanıyorum. İlginizi çeken ve ‘’ben de bir yorum yapayım’’ dediğiniz haberleri de hashtag’lerle paylaşabiliyor diğer kullanıcılar ile tartışabiliyorsunuz. Bu hürriyet sosyal’in bir başka artısı şüphesiz.
Ancak bana göre, bu projenin en keyifli yanı Hürriyet yazarları ile çok daha hızlı bir şekilde iletişime geçebiliyor olmanız ve onlarla ciddi bir etkileşimde bulunabilmeniz. Yazarlar bu platformu sadece haber linklerini paylaşmak için kullanmıyor, sosyal medya platformu gibi anlık düşüncelerini paylaşmak için de kullanıyor. Bu sayede yazarları yazıları dışında anlık iletileri de daha yakından tanıyor ve onlardan haberdar olabiliyoruz.
Hürriyet sosyal, habercilikte net olarak yeni bir dönemin başlangıcını yapıyor. Okuyucuyu, sadece okuyucu olmaktan çıkarıyor, yazan, tartışan bir katılımcı konumuna getiriyor.
Şimdi Hürriyet’in Sosyal dünyasını daha yakından tanıma zamanı…
İçerik: www.hayatmuzik.com

Bir boomads advertorial içeriğidir.
Viewing all 453 articles
Browse latest View live